Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'yi tanımak

A -
A +

Hemen makâlemizin başında şunu belirtelim ki, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'den istifâde edebilmek için, onu doğru bir şekilde tanımak lâzım. Bu konuda, Hazret-i Mevlânâ'nın şu sözü çok önemlidir: "Herkes, bana kendi zannına göre dost oldu; hiç kimse benim derûnumdan, esrârımdan sormadı." Doğrusu, "Büyük âlim ve velîler"i lâyıkı vechile tanıyabilmek ve anlatabilmek kolay bir iş değildir. Hazret-i Mevlânâ'yı yalnız bir mütefekkir, şâir, hümanist gibi düşünmek, en azından Mevlânâ'yı çok eksik ve yarım anlamak, hattâ hiç anlamamak demektir. Nitekim aşağıdaki sözü, onu, sözlerini ve yolunu anlamanın anahtarıdır. Bunu da bizzât kendisi dile getirmiştir: Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, bir dörtlüğünde, çok açık bir şekilde kendisini şöyle tanıtmıştır: "Ben hayâtta olduğum müddetçe, Kur'ân'ın kölesiyim; Muhammed muhtârın [Mustafâ'nın] yolunun [ayağının] tozuyum. Kim benden, bundan başka bir söz naklederse, ben hem o sözden, hem de o sözü söyleyen kimseden bîzârım (râhatsızım)." Onun için biz bu makâlemizde, Mevlânâ'nın kendi sözlerinden ve muteber İslâm âlimlerinin onun hakkında yazdıklarından ve buyurduklarından hareketle, onu doğru bir şekilde tanımaya ve tanıtmaya gayret edeceğiz: Onun, çeşitli dîn, mezhep, meşrep sâhibi kimseleri kendisine hayrân bırakan merhameti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları, aslında mensûp olduğu İslâm dîninin yüksek ahlâk telakkîsinden bazı örneklerdir. Onda, bunlardan başka, İslâm ahlâkının diğer husûsları da kemâl derecede mevcuttur. Bunların hepsini saymak, İslâmiyet'i tam olarak anlamak ve anlatmakla mümkün olur. Kısaca biyografisi... Şimdi bu girişten sonra, onun kısa bir biyografisini verelim: Adı "Muhammed", lakabı "Celâleddîn" olup, Anadolu'ya gelip yerleştiği için, "Rûmî" diye anılmış; "Efendimiz" demek olan "Mevlânâ" sıfatıyla meşhûr olmuştur. 1207 yılında Belh şehrinde doğdu; 1273 yılında Konya'da vefât etti. "Nefehâtü'l-Üns min Hadarâti'l-Kuds" kitâbında belirtildiğine göre, babası Sultânül-Ulemâ Muhammed Behâeddîn Veled büyük bir âlim ve velî idi. Hazret-i Mevlânâ, daha çocuk iken, babasının kalbindeki feyizlere kavuştu. Henüz beş yaşında iken, "kirâmen kâtibîn" denilen melekleri, evliyânın rûhlarını ve sokaktaki cinnîleri görürdü. Soyu, baba tarafından Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'a, anne tarafından da İbrâhîm bin Edhem hazretlerine ulaşmaktadır. Farsça olan "Mesnevî"sinde ve "Dîvân"ında, toplam olarak 70.000 (yetmiş bin)'den fazla beyit vardır. Daha birçok kıymetli eseri de bulunmaktadır. Dünyaya nûr saçan Mesnevî'sine, her ülkede, birçok dillerde şerhler yapılmıştır. En kıymetlisi Mevlânâ Câmî'nin kitâbı olup, bunun da şerhleri vardır. Türkçe şerhlerinden, Ankara Vâlîsi Âbidîn Paşa'nın şerhi çok kıymetlidir. Hazret-i Mevlânâ, tasavvuf deryâsına dalmış bir Hak âşığıdır. Kâdirî tarîkatında idi. İlmi, teşbîhleri, sözleri ve nasîhatleri bu deryâdan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarîkat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibâdet şekilleri ihdâs etmemiştir. Ney, dümbelek, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler, Hazret-i Mevlânâ'nın vefâtından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır. Mevlevîlik, câhillerin eline düştüğünden, bunlar "ney"i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar; ibâdete, İslâm dîninin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hele bunların câmi ve mescidlerde yapılması çok büyük günâhtır. Eski Ankara vâlîlerinden ve ulemâdan Âbidîn Pâşâ, yukarıda mezkûr şerhinde, "ney"in, "insân-ı kâmil" olduğunu ifâde ve ispat etmektedir. Bugün, bu tasavvuf üstâdının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübârek zâtın çalgı çaldığını, bu âletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakîkat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibâr etmezler. Halbuki o, ney ve dümbelek çalmadı. Raks etmedi, dönmedi. Bunları sonra gelenler uydurdular. Hazret-i Mevlânâ, bırakın ney çalmayı, dans etmeyi, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmamıştır. Nitekim Mesnevî'sinde diyor ki: "O hâlde, Cânân'a kavuşmayı, cân u gönülden iste, Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle." Mesnevî'sinin kıymeti Kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyüklerden Abdullah-i Dehlevî hazretleri, onun hakkında, "Mevlânâ Celâleddîn, evliyânın büyüklerinden ve Ehl-i sünnet âlimlerinden idi" buyurmuştur. Yine o buyurmuştur ki: "Üç kitâbın eşi yoktur. Bunlar, Kur'ân-ı kerîm, Buhârî-yi şerîf ve Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sidir." [Mekâtîb-i şerîfe, m. 107] Yani, "Evliyâlık" yolunun kemâlâtını bildiren kitapların en üstünü onun "Mesnevî"sidir. Büyük âlim ve velî Seyyid Abdülhakîm Efendi ise, "Nübüvvet ve evliyâlık yollarının kemâlâtını ve inceliklerini bildirmekte, İmâm-ı Rabbânî'nin "Mektûbât"ının eşi yoktur" buyurmuştur. İnşâallah yarınki makâlemizde de bu önemli konuya devâm etmek istiyoruz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.