İslâm dîninin sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya verdiği ehemmiyet sebebiyle, daha önceki Müslümân devletlerde bulunan "meslekî birlikler", "hayır kuruluşları" ve "vakıflar" gibi çeşitli cemiyetler, diğer Müslümân Türk devletlerinde de, Osmânlılar devrinde de kurulmuş ve pekçok hayırlı hizmetler gerçekleştirmiştir. "Bir ülkedeki insanlar arasında milliyet esâsına dayanan birlik ve dayanışma şuûru" şeklinde ta'rîf edilen "Milliyetçilik" [Fr. Nationalisme, İng. Nationalism, Alm. Nationalismus] realitesi, çok eski zamanlardan beri kabûl edilip, ehemmiyet verilmekle berâber siyâsî platformda, 18. yüzyıldan îtibâren mühim rol oynamaya başlamıştır. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da doğan milliyetçilik şuûru, zamanla bütün dünyâda tesîrini göstermiştir. 1789 Fransız İhtilâlinin ve Amerikan İstiklâl Mücâdelesinin temelinde bu duygu yatmaktaydı. Milliyetçilik cereyânları ile berâber milletlerarası hukûk alanında, her milletin kendi devletine sâhip olma ve kendisini idâre etme hakkını elde etme (Self determination) meselesi ortaya çıktı. Yirminci yüzyıl başlarında Avrupa'nın diğer bölgelerinde, Asya ülkelerinde, Birinci Dünyâ Savaşından sonra ise, Afrika'da kuvvetlenen milliyetçilik hareketleri, bu yüzyılın milliyetçilik yüzyılı olarak vasıflandırılmasına yol açtı. Genel bir ta'rîfe göre, "Milliyetçilik", "bir milletin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyâsî bağımsızlığına sâhip olması ideali, milletini bir bütün hâlinde mutlu kılma arzûsudur." Bunun için de millî kültür unsurlarının milletin bütün fertlerine yayılmış olması lâzımdır. Onun için zamanımız mütefekkir, eğitimci ve yazarlarından; muhtelif seviyelerdeki okullarda hocalık yaparak Türk Millî Eğitimine büyük hizmet eden [Balıkesir, Bursa, İstanbul Eğitim Enstitülerinde senelerce öğretim üyeliği yapan]; vatan ve milletini seven değerli gençler yetiştiren; yorucu öğretmenlik hizmetleri yanında gençliğin kendi kültür ve medeniyetlerine sâhip çıkmaları için devâmlı eserler yazan, konferanslar veren, gazete ve dergilerde makaleler yazan, Sevgili Peygamberimizin mübârek torunlarından Seyyid Ahmed Arvâsî Bey (1932-1988), bu konuda şöyle demektedir: "Ben İslâm îmân ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saâdet bilen, Türk milletini iki cihânda azîz ve mesûd görmek isteyen ve böylece İslâmı gâye edinen Türk milliyetçiliği şuûruna sâhibim. Benim milliyetçilik anlayışımda ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuûruna asla yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında, şanlı Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); "Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz", "Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir", "Vatan sevgisi îmândandır" hadîs-i şerîflerine bağlıyım. Yine şanlı Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); "İlim mü'minin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın" hadîs-i şerîfindeki mukaddes ölçüye bağlı olarak, hızla muâsırlaşmak gereğine inanmaktayım. Bu, Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu olacaktır. Asla, unutmamak gerekir ki, yabancı ideolojiler, yabancı ve istîlâcı devletlerin fikir paravanaları olup, milletleri içten vuran sinsi tuzaklardır. Bunu bildiğim, buna inandığım içindir ki, Türk milletini parçalama oyunlarına ve tertîplerine karşı durmayı, büyük bir nâmûs ve vicdân borcu bilmekteyim." Bir Doğu Anadolu çocuğu olan Seyyid Ahmed Arvâsî Beyin bu sözleri, gerçekten çok önemlidir. İslâmiyetin birlik ve dayanışmayı emretmesi sebebiyle, çeşitli unsurların birlik ve berâberlik içinde yaşadığı Osmanlı Devletine, Hıristiyân Avrupa ile kültürel münâsebetlerin başlatıldığı 17 ve 18. yüzyıllarda, Avrupa'da meydâna gelen bâzı değişiklikler tesîr etmeye başladı. Önceleri dil ve edebiyâtta başlayan bu akım, zamanla ilim ve siyâset sâhasında da tesîrini gösterdi. Milletlerin, inkârı imkânsız sosyolojik ve objektif gerçeklerden biri olması, her milletin kendisine mahsûs husûsiyetlerinin de güçlendirilmesi gerektiği düşüncelerine yol açtı. Milliyetçiliğin doğuşunda yabancı dilde eğitim ve yabancı kültürlerin millet hayâtı üzerindeki menfî tesîrlerinin anlaşılması da ayrıca büyük rol oynadı. Vatana, millî örf ve an'anelere sadâkatle bağlılık duygusu gibi milletlerin hayâtına ve fertlerin yaşayışına yön veren bu esâslar çerçevesinde dünyâ görüşü teşekkül ettirilmeye çalışıldı. Ancak bunda bazen aşırılığa kaçılarak ırkçı teoriler de ileri sürüldü. [İnşâallah yarın bu mühim konuya devâm edelim.]