Şurası bir gerçektir ki, benliğinden, millî ve ahlâkî faziletlerinden, örf ve an'anelerinden uzaklaşarak, ruhsuz, köksüz ve inançsız yetişen nesiller, aşağılık kompleksi içinde sapık fikir ve yabancı ideolojilerin esîri olmaya mahkûmdurlar. Köklü, sağlam, millî ve manevî değerlerle teçhiz edilen (donatılan) âilelere dayanan milletler, her türlü felâketlere karşı göğüs gererler. Sağlam temellere dayanmayan âile ve topluluklar, en küçük bir zorlama karşısında dağılırlar. Türk milletinin tarihi boyunca her sahada kazandığı zafer ve başarılarda, Türk âilesinin çok büyük payı vardır. Türk âile yapısı, her türlü kötülük ve tuzaklardan korunmalı, millî ve manevî yapısı kuvvetlendirilerek sağlıklı bir şekilde devâmı sağlanmalıdır. Bilinen bir husustur ki, bir millet, başka bir milletin toprağını istilâ ettiğinde, bu topraklar er veya geç belli bir zaman sonra, geri alınabilir; ama fikirleri, millî ve mânevî değerleri bozulan ferd ve cemiyetlerin, kişi ve milletlerin düzelmeleri, kendilerini toparlamaları çok zor bir iştir. Bunun gerek tarihte, gerek yakın zamanlarda pek çok misâllerini görmek mümkündür. Fransa, işgâl ettiği Afrika ülkelerinden, İngiltere de sömürge yaptığı Hindistan'dan askerî güç olarak çıkmışlardır. Ama, maalesef kültürel yönden tesirleri daha devâm etmektedir. "National Geographic" dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, insan ticareti, yaşadığımız yüzyılın en büyük problemlerinden biri haline geldi. Günümüzde dünyanın her tarafında alınıp satılan, esîr edilen, şiddet gören, sırtından para kazanılan 27 milyon insan bulunuyor ve bu rakamın çoğunluğunu da genç kız ve kadınlar teşkil ediyor. En çok, 16 ilâ 24 yaş arasındaki kadın ve kızlar risk altında bulunuyor. Devlet ve millet birliği, başarının temel şartıdır Dost ve düşmân herkes tarafından, Türklerin muvaffakiyet sebepleri arasında, Müslüman olmaları, güzel ahlâk sâhibi bulunmaları, an'anelerine bağlılıkları, devlet ve millet birliği gibi bâzı mühim hususlar sayılmış, ancak ve ancak mâneviyatları sarsıldığı, dînî metânetleri zaafa uğratıldığı zaman, yâni millî kültürlerinden ayrıldıkları zaman, onların mağlûb edilebilecekleri ve Osmanlı Devletinin yıkılabileceği açıkça zikredilmiştir. Nitekim, 1821 Rum isyânının baş planlayıcısı olduğu için, Sultan İkinci Mahmûd Han zamânında Fener Patrikhanesinin kapısında asılan Patrik Gregoryos'un, Rus Çarı Aleksandr'a yazdığı (İstanbul'da senelerce Rus sefîrliği yapan İgnatiyef'in hâtıraları arasında neşredilen) bir mektup, bizler için çok ibret vericidir: "Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayr-i mümkindir. Çünkü Türkler, Müslüman oldukları için, çok sabırlı ve mukâvemetli insanlardır. Gâyet mağrûrdurlar ve izzet-i îmân sâhibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rızâ göstermelerinden, an'anelerinin kuvvetinden, pâdişâhlarına [devlet adamlarına, kumandanlarına, büyüklerine] olan itâat duygularından gelmektedir. Türkler, zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk u idâre edecek reîslere sâhip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gâyet kanâatkârdırlar. Onların bu meziyetleri, hattâ kahramanlık ve şecâat duyguları da an'anelerine olan bağlılıklarından, ahlâklarının sağlamlığından gelmektedir. Türklerde evvelâ itâat duygusunu kırmak ve mânevî bağlarını parçalamak, dînî metânetlerini (sağlamlığını) zayıflatmak îcâb eder. Bunun da en kısa yolu, onları, an'anât-ı milliyye ve mâneviyyelerine (millî ve mânevî geleneklerine) uymayan hâricî fikirler ve hareketlere alıştırmaktır. Mâneviyâtları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerinden şeklen çok kudretli kalabalık ve zâhiren hâkim kuvvetler önünde onları zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddî vâsıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple Osmanlı Devletini tasfiye için, mücerred olarak, harp meydanlarındaki zaferler kâfî değildir. Hattâ, sâdece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakârını tahrîk edeceğinden, hakîkatlerine nüfûz edebilmelerine sebep olabilir. Yapılacak olan iş, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahrîbi tamamlamaktır." 8 haçlı seferinde, asîl milletimizi yok edemeyen güçler, bakın hangi taktikleri uygulamaktadırlar. Ders kitaplarında ezberletilecek kadar mühim olan bu mektupta ibret alınacak çok şey varsa da, gördüğünüz gibi, şu iki husus bilhassa önemlidir: 1)Türklerin mâneviyâtının ve dîninin yıkılması için, Türkleri yabancı fikir ve âdetlere alıştırmak, 2)Türklere hissettirmeden bünyelerindeki tahrîbâtı tamamlamaktır. Batılılar, İslâm ülkelerini, bir taraftan kendi aydınları vâsıtasıyla, kültürlerine yabancılaştırma politikasını güderken, diğer taraftan da o ülkelerde eğitim yuvaları açmak sûretiyle etkili bir faâliyet başlatmışlardır. Nitekim Lozan Barışı sırasında Avrupalı delegelerin Türk delegeleriyle yaptıkları en çetin münâkaşa, bu yabancı okullar mevzûunda oldu. Kânûnî devrinden beri verilen kapitülasyonların kaldırılması hususunda o kadar direnmedikleri hâlde, yabancı okullar mevzûunda çok ısrâr ettiler ve isteklerini aldılar. Türkiye'de okul açan yabancılar (Amerikalı, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan vb.) kendi kültürlerine sırt çevirmiş bir milletin evlatlarını daha kolay etki altına alabileceklerini çok iyi biliyorlardı.