İlme ve ilim adamlarına çok kıymet veren Fâtih Sultân Mehmed Hân, Molla Abdurrahmân Câmî'nin şân ve şöhretini duyup kendisini İstanbul'a da'vet etti; o da bunun üzerine Konya'ya kadar geldi. Ama Fâtih'in vefâtını haber alınca yoldan geri döndü... Molla Câmî, Sultânlara, vezîrlere, vâlîlere ve devlet büyüklerine yazdığı mektûplarda; onlara dâimâ iyiliği, hayrı, adâleti, halka şefkatle muâmeleyi tavsiye ederdi. Hindistân'da Tîmûroğulları devletinin kurucusu olan Bâbür Şâh, Molla Câmî hakkında şöyle der: "Zamanında, zâhirî ve ma'nevî ilimlerde onun gibisi yetişmemiş gibidir. Onun övülmeye ihtiyâcı yoktur. Ancak onun adını anmak, bizim için kurtuluşa vesîledir." Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, 877 (m. 1472) senesinde Hicaz'a gitmek için yola çıktı. Her geçtiği şehirdeki âlimler onu karşılayarak, ziyâret edip, hayır duâsını aldılar. Bilmedikleri müşkillerini sorarak, verdiği cevaplara hayrân kaldılar. Bağdâd'da Eshâb-ı Kirâm düşmanları ile yaptığı münâzaralarda hep gâlip geldi. Ba'zı insâflı olanların tövbe etmesine sebep oldu. Uğradığı yerlerde, sultânlardan, emîrlerden ve halktan pekçok hürmet, izzet ve ikrâm gördü. Daha önce vefât etmiş büyüklerin kabirlerini ziyâret etti. Medîne-i münevvereye geldiğinde, Peygamber Efendimize olan muhabbetini dile getiren kasîdeler söyledi. Bu kasîdeler, okuyup anlayabilenleri hayrân bırakmaktadır. Molla Câmî, Ehl-i Beyt'e ve Eshâb-ı Kirâma âşık idi. Onlara kötü gözle bakanlara, uygun olmayan sözleri sarfedenlere derhâl cevaplarını verir, onları sustururdu. Bu sebeple Eshâb-ı Kirâm düşmânlarıyla hiç uyuşamadı ve onların dâimâ tenkîdlerine ma'rûz kaldı. "Silsiletü'z-Zeheb" ismindeki kitâbında, "İ'tikâdnâme" başlığı ile "Ehl-i Sünnet İ'tikâdı"nı, otuz bahiste çok güzel bir üslûp ile anlattı. Molla Câmî hazretleri bir gün buyurdu ki: "Bize verilen bu kadar ihsânlar, hep Muhammed Pârisâ hazretlerinin bereketidir. Ben, beş yaşında idim. O sene Hâce Muhammed Pârisâ hacca gidiyordu. Yolu, bizim Câm kasabasına uğradı. Babam ve Câm'ın ileri gelen âlimleri, onu ziyâret etmek için huzûruna gittiler. Babam, beni de yanında götürmüştü. Babam onunla müsâfeha ettikten sonra, bana, elini öpmemi emretti. Öptükten sonra, Muhammed Pârisâ bana iltifât ederek bir meyve hediye etti. Teveccühlerine kavuştum. Aradan altmış yıl geçmesine rağmen, nûrlu, mübârek yüzlerinin güzelliği hâlâ gözümün önünden gitmemektedir. İşlerimin rast gitmesi, büyüklere olan muhabbet ni'metinin ihsân edilmesi, hep Muhammed Pârisâ hazretlerinin teveccühleri ve duâları bereketiyledir. Bu "Ahrâriyye" yolunun büyüklerine olan sevgimin meydana gelmesine sebep olanlardan biri de Fahreddîn-i Luristânî'dir. Ben küçükken, bizim evimizi teşrîf etmişti. Kur'ân-ı kerîm harflerini yeni öğrenmiştim. Beni kucağına oturtup, mübârek parmağıyla işâret ederek havada; Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alî (radıyallahü anhüm) gibi muhterem isimleri yazardı. Ben onları okudukça hayret eder; "Bu çocuğun, ileride bu yolun büyüklerinden olacağı umulur" derdi. Bana iltifât eder, şefkat gösterirdi. Onun bu merhameti, ona ve onun gibi olan büyüklere muhabbet etmeme sebep olmuştur. O zamandan beri bütün arzum, o büyüklerin muhabbetleriyle yanmak ve son nefesimde o muhabbet ile ölmektir." Mevlânâ Abdurrahmân Câmî hazretleri, yıllarca Sa'düddîn-i Kaşgârî'nin sohbetinde bulunarak, onun teveccühleri altında yetişti. Hocası, 860 (m. 1456) senesinde Hirât'ta vefât edince onun halîfesi, vekîli oldu. Molla Câmî'nin sohbetlerinde bulunanlar, gam ve kederlerini unuturlar, neş'e ve ferahlık duyarlardı. Mevlânâ Abdürrahmân Câmî, zamanındaki ulemâ ve evliyâ ile görüşür, onlarla sohbet ederdi. Bunlardan biri Muhammed Esed, diğeri ise Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleridir. Ubeydullah-ı Ahrâr ile dört defâ buluştular. Daha ilk görüşmelerinde Ubeydullah-ı Ahrâr'ın büyüklüğünü kabûl edip, hemen ona bağlandı. Onun feyz ve bereketlerinden istifâde etmeye çalıştı. Ayrı oldukları zamanlarda, mektûp ile haberleşirlerdi. Mevlânâ Abdurrahmân Câmî; "Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr öyle bir kimse idi ki, bir bakışları ile hasta olan kalbleri ıslâh eder, kalbi havâtırdan (kötü düşüncelerden) o derece çabuk temizlerdi" buyurdu.