Bildiğimiz gibi "Tıp ilmi": "İnsanları, hastalıklara karşı korumaya, hastaların acılarını dindirmeye, hastalıklarını iyi etmeye çalışan bilim dalı"nın adıdır. Batıda bilinen ilk tıp âlimi Hipokrat'tır. [M.Ö. 460-377] Aynı zamanda filozof olan bu Yunanlı hekîm, zamânının büyücülük ve yanlış inançlara dayanan tıp bilgilerine, şimdi doğru olmadığı anlaşılan birçok yeni görüş getirmiştir. Kendi adını taşıyan okulu da olan bu tabîp, Batılılar tarafından şiddetle savunulmuş, tıbbın babası olarak kabûl edilmiştir; maalesef Müslümân ülkeler de bu hatâya düşmüşlerdir. Hâlbuki Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem'e gönderdiği on "Suhuf=Sahîfeler, formalar, kitapçık" içinde, tıp ve ilâçlar hakkında da ma'lûmât vermişti. Yüce Allah, insanların sağlıklarına ehemmiyet vermelerini, tâ ilk insan Hazret-i Âdem'den, son Peygamber olan Hazret-i Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, bütün insanlara emretmiştir. İdrîs aleyhisselâma gönderilen otuz kitapçık içinde de tıp ve ilâç bilgileri bulunuyordu. Hattâ Yunanlıların Hermes dedikleri filozof, İdrîs aleyhisselâmdan sonra yaşamış, bildirdiği sağlık bilgilerini onun kitaplarından almıştır. Yine Dâvûd aleyhisselâm zamânında yaşayan Lokman Hakîm tabîplerin pîridir. Meşhûr batılı hekîm Câlinos'tan bin sene önce yaşamıştır. Sevgili Peygamberimiz: "Ey Allah'ın kulları! Tedâvî olunuz. Çünkü Allahü teâlâ, hiçbir derd yaratmamıştır ki, dermânını vermiş olmasın. Sâdece ihtiyârlık [netîcede ölüm] müstesnâ" buyururlardı. Bugünkü makâlemizde, farklı târihlerde, muhtelif şehirlerde, farklı kişilerde meydâna gelen hastalıklar ve tedâvîleriyle ilgili bazı misâller vermek istiyoruz... Tabîî ki burada zikredeceklerimiz, tıp ilminin söylediklerinden farklı bazı alternatifler olacaktır; ama yine burada bir şeyi hâtırlamamızda fayda vardır: Bilindiği üzere, Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), 3 türlü tedâvî olurdu: 1- Doktorların verdikleri ilâçları kullanır, fen ilmindeki tavsiyelere uyardı. 2- Kur'ân-ı kerîmdeki şifâ âyet-i kerîmelerini ve diğer bazı sûre ve âyetleri okur, duâ ederdi. 3- Her ikisini birlikte yapardı. ŞİFÂYI VEREN, CENÂB-I HAK'TIR Bu sene, 27-28 Şubat ve 3 Ekim târihli makâlelerimizde, bazı âlim ve velîlerin sıhhat ve âfiyetle ilgili bazı sözlerine yer vermiştik. Şimdi, bu konuda 3 örnek daha zikretmek istiyoruz... 1- Tâbiîn devrinde Basra'da yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh âlimlerinden ve velî Sâlih bin Beşîr el-Mürrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin hanımına felç gelmişti. Ona, Kur'ân-ı kerîm okuyarak duâ etti ve hanımı iyileşti. 2- Bir gün, Anadolu velîlerinden Seyyid Ahmed Çapakçurî (rahmetullahi aleyh), talebeleri ile oturuyordu. Bu sırada yaşlı bir köylü gelerek; "Efendim, benim bir derdim var. Müsâade ederseniz anlatayım" deyince; "Anlat bakalım" buyurdu. O da; "Kırk seneden beri başım ağrıyor. Ne yaptım ve nereye gittiysem, hangi ilâcı kullandıysam, hiçbiri çâre olmadı. Sizden duâ istiyorum" dedi. Seyyid Ahmed Çapakçurî, şifâ duâlarını okuyup bitirdikten sonra; "İnşâallah şifâ bulursun kardeşim" dedi. O zât hemen elini öperek; "Efendim daha ilk duâyı okuduğunuz an başımın ağrısı geçti" dedi. Seyyid Ahmed Çapakçurî de; "Bütün iyilikler, Allah rızâsı için yapılmalıdır. Şifâyı veren, Cenâb-ı Hak'tır" buyurdu. 3- Sâlih Efendizâde Feyzullah Efendi çocuk iken, büyük velîlerden Nasûhî Üsküdârî (rahmetullahi aleyh) hazretleri zamanında hastalanmış, bir şey yiyip içmeden dalgın hâlde yatıyormuş. Nasûhî Efendi, Burnaz Hasan Ağaya; "Sâlih'e gidelim, Sâlih'in oğlu hasta olup perîşân bir hâlde yatmaktadır" dedi. Yanlarına aldıkları bir-iki kimseyle birlikte Sâlih Efendinin evine geldiler. Dalgın bir hâlde yatan Feyzullah Efendinin başucuna yaklaşıp ellerini alnına koydu ve; "Feyzullah'ım, Feyzullah'ım" diyerek yüzünü okşarken, Feyzullah Efendi gözlerini açtı. Gördü ki, mübârek elleriyle kendisini okşuyordu. Feyzullah Efendi, Nasûhî Efendinin ellerini öptü. O sâatte üzerindeki ağırlık ve râhatsızlık gitti.