Târih boyunca, İslâm ahlâkının yaşandığı bütün cemiyetlerde, ictimâî hayâtın nasıl huzûr ve sükûn içerisinde sürdüğünü görüyoruz. Osmânlı İmparatorluğu da, kurucusu olan Osmân Gâzî'den başlamak üzere, Fâtih Sultân Mehmed Hân ve diğer pâdişâhların âdil idâresi ile bütün insanlığa örnek olmuştur. Onların zamanlarında her dînden, her inançtan insan, bir arada huzûr içinde yaşamıştır. Birçok devlet adamı, akademisyen ve târihçi, eskiden Osmânlı'nın hüküm sürdüğü topraklarda bugün yaşanan karışıklıkların ve çatışmaların sona ermesi için, Osmânlı modelinin yeniden canlandırılması gerektiğini dile getirmektedir. Şüphesiz bunda 600 küsûr yıl boyunca Osmânlı topraklarında tatbîk edilen ve her dînden ve ırktan halk için geçerli olan adâlet anlayışının önemli bir payı vardır. Selânik başpiskoposu Palamos'tan, Fransız ihtilâli filozofu Volter'e kadar Osmânlı sistemi ile Batı Avrupa feodalizmini kıyâslayan herkesin gördüğü husûsiyet şu olmuştur: "Osmânlılardaki hukûk nizâmı, vatandaşların güven altında yaşamalarına, kazanmalarına, istikrârlı bir vasatta mes'ûd bir hayât sürmelerine imkân veren mühim bir unsurdur." [Aydın Yalçın: Türkiye İktisad Tarihi s. 66] Pek çok özelliği ile târihe damgasını vurmuş olan Osmânlı Devleti'nin yönetim modeli ve sâhip olduğu medeniyet gibi üstün yönleri, günümüzde hâlen büyük hayrânlık uyandırmakta, çeşitli araştırmalara, seminerlere ve belgesellere konu olmaktadır. II. Henri'nin sefîri olan M. d'Aramon'un sekreteri Jean Chesnean şöyle yazıyor: "[Osmânlıların hâkim oldukları her şehirde, bu arada özellikle İstanbul'da] inzibât öyle düzenli, sükûnet öyle büyük ki, gözü ile görmeyenin buna inanmasına imkân yoktur. Geceleri şehri muhâfaza etmek için elinde fener ve baston taşıyan bir kişi, tek başına dolaşır ve Paris'te yanında okçularıyla dolaşan nöbetçi kumandânından daha fazla korku verir." Bütün İslâm devletlerinde olduğu gibi, Osmânlı pâdişâhları da fethettikleri bölgelerdeki gayr-i müslimlere karşı son derece adâletli davranmışlardır. Hattâ bir misâl verecek olursak, herhangi bir mücâdeleye dahî girmeden kendi istekleriyle Fâtih Sultân Mehmed'e teslîm olan toplumlar olmuştur... La Martine'in 1854 yılında basılan "Histoire de la Turquie" isimli 10 ciltlik eserinden yapacağımız bir iktibâs, Osmânlı'nın günümüzdeki izlerini çok güzel yansıtmaktadır: "İzmir'i, İstanbul'u, Sûriye'yi, Lübnân'ı ziyâret edin. Oralarda manastırlara, dînî mekânlara, eğitim kurumlarına girin. Dîni eğitim veren yerlere bakın ve 'Osmânlı'nın, size karşı davranışında ve korumasında bir eksiklik var mıydı?' diye sorun. Hepsi size 'Osmânlı'nın ve Sultân'ın tarafsızlığından' söz edecektir... Gerçek şu ki, bu dînî yerlerin yönetiminde, Osmânlı tâm bir tarafsızlık, saygı ve barış duygusuyla hareket etmiştir..." Avrupalı devletler, ele geçirdikleri ülkelerde çok büyük soykırımlar gerçekleştirip, yerli halka zulümler yaparlarken ve ülkenin bütün doğal zenginliklerini sömürürlerken, Osmânlı pâdişâhları gittikleri ülkelere refâh götürmeyi kendilerine gâye edinmişlerdir. Kur'ân-ı kerîm ahlâkına göre, o ülkelerin yerli insanları, Allah'ın kendilerine birer emânetidir... Osmânlılar, ayak bastıkları her yerde Müslümân-Türk'ün üstün karakterinin tanınmasına vesîle olmuşlardır. Türk düşmanı olmasıyla tanınan Fernand Grenard, eserinde: "Banliyöleriyle beraber nüfusu 1 milyon olan o muazzam İstanbul'da, dört senede yalnız dört cinâyet işlendiğini ve ağzına kadar tüccâr eşyâsıyla dolu bir kervansarâyı bir tek kişinin muhâfaza ettiğini..." yazmaktadır. [Fernand Grenard: Asya'nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 120] Osmânlı Devleti âdil bir yönetime sâhip idi. Osmânlı İmparatorluğu asırlar boyunca, üç büyük kıt'anın büyük bir bölümüne hâkim olmuştur. Bugün Balkanlar'da, Orta Doğu'da, Kuzey Afrika'da ve daha pek çok yerde Osmânlı'nın izlerini görmek mümkündür. Netîce olarak, şunu net bir şekilde ifâde edelim ki, bütün İslâm devletleri, mensûbu oldukları İslâm dînine ve onun güzel ahlâkına, iyilik, çalışkanlık, adâlet gibi emirlerine sarıldıkları müddetçe, çağlarının zirvesine çıkmışlar ve diğer milletlerden daha üstün ve bütün dünyâya örnek olmuşlardır.