Allahü teâlânın ihsân buyurduğu sonsuz ni'metlere şükretmek, bunları yerli yerinde kullanmak, O'nun kullarına yardım ve hizmet etmek lâzım. İlmi olan ilminden, makâmı olan makâmından, malı olan da malından diğer insanları faydalandırmalıdır. Her gün, millete, memlekete, bütün insanlığa en iyi, en güzel, en faydalı işleri yapmaya çalışmalıdır. Bu ma'nâda, Osmânlı sultânları hem Müslümânlara, hem de diğer bütün insanlara büyük hizmetler yapmışlardır. Yirmibirinci asırda, yeni nesillere, mukaddes dînimiz İslâmiyet'i, şanlı târihimizi, yüksek kültür ve medeniyetimizi doğru bir şekilde, ilmî ve objektif usûllerle öğretmemiz şarttır. Aksi hâlde, günümüzdeki teknolojik gelişmeler sebebiyle yabancı kültürlere açılmış bir gençliğin, benliğini muhâfaza etmesi çok zordur. İnsanlar nasıl doğup gelişiyor, büyüyor ve ölüyorlarsa, devletler de aynı kaderi paylaşmaktadırlar; yani onlar da doğar, büyür ve ölürler. Çeşitli coğrafyalarda, özellikle güzel Anadolu'muzda, muhtelif târihlerde, bilhâssa İslâm öncesi dönemlere baktığımızda, âdetâ sayılamayacak kadar çok devletin ve medeniyetin kurulup yıkıldığını görüyoruz. Şüphesiz ki, dünyâmız büyük bir gemi, bütün insanlar da onun yolcuları gibidir. Bu gemiyi korumaya hepimizin çalışması lâzımdır; yoksa hep birlikte batarız. O hâlde güzel ülkemize sahip çıkmalıyız ki, burası da öncekiler gibi başkalarının eline geçmesin ve târihe mal olmasın. Allahü teâlâ, bütün kullarının, verdiği ni'metlere şükretmelerini, güzel ahlâka sâhip olmalarını, îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve bunları emretmiştir. İnanan insanların da kardeş olduklarını i'lân etmiştir. Târihimizde, kardeşliğimizi sağlayan büyükler öğrenilirse, bugün bizler de onlardan istifâde edebiliriz. Bilindiği üzere, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, memleketine, vatanına ve devletine, tüm Müslümânlara, hattâ bütün insanlığa faydalı birer unsur meydâna getirmektir. İşte bu güzel ülkenin resmî-sivil bütün müesseselerinin, basın-yayın organlarının, medya kuruluşlarının ve tüm vatandaşlarının ana hedefi bu olmalıdır. Bu da, iyi bir eğitim ile mümkün olabilir. ABDÜLKERÎM SATUK BUĞRA HÂN Şimdi biraz gerilere gidecek olursak, sekizinci asırda, Türklerin Müslümânlarla tanışıp, içlerinden kısmen bu dîni kabûl edenlerin bulunması, 10. asırda da topluca İslâmiyeti kabûlü, netîce îtibâriyle târihteki birçok hâdiseye yön vermesi bakımından çok önemlidir. Bilindiği gibi, "Türk Târihi" çok eskidir; tâ Hazret-i Nûh aleyhisselâmın Yâfes isimli oğluna kadar ulaştırılmaktadır. "Müslümân Türk'ün Târihi" ise, "Karahanlılar" dönemine ve "Abdülkerîm Satuk Buğra Hân"a kadar varmaktadır. Çünkü, 840 senesinde, Uygur Devleti'nin Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla, Orta Asya bozkırlarında Bilge Kül Kadir Hân tarafından kurulan ve Türkistân ve Mâverâünnehir'de hâkimiyeti sağlayan KARAHÂNLILAR DEVLETİ [840-1212]; ilk Müslümân-Türk devletidir. Türk hükümdârları arasında çok husûsî bir yeri bulunan "ABDÜLKERÎM SATUK BUĞRA HÂN" ise, meşhûr olan rivâyetlere göre, ilk Müslümân-Türk hükümdârıdır. Doğum târihi kesin olarak bilinmeyen, 25 yaşında hükümdâr olan ve 31 yıl hüküm süren Satuk Buğra Hân [v. 955 (h. 344)], güzel ve âdil idâresi ile binlerce kimsenin Müslümân olmasına vesîle olmuştur. Karahânlı hükümdârlarının ilme hayrânlıkları, âlimlere hürmetkârlıkları ve onları korumaları netîcesinde Türkistân, Mâverâünnehir şehirleri birer medeniyet ve kültür beşiği hâline gelmiştir. Karahânlılar zamânında, büyük İslâm hukûkçu ve âlimleri yetişmiştir. *** Abbâsîlerden sonra bütün Müslümânların idâresi [ya'nî hilâfet, halîfelik, devlet başkanlığı], Osmânlı sultânlarına geçti. Burada Batılı bir ilim adamı olan Fransız tarihçi Grengur'un sözünü nakletmekte fayda görüyoruz: Grengur; "Bu yeni İmparatorluğun teessüsü, beşer târihinin en büyük ve en hayrete değer vak'alarından biridir" demektedir. Bütün sultânları tek hânedândan gelen, bu kadar uzun ömürlü, Osmânlıdan başka bir devlet yoktur...