İrfân Turizm'in organize ettiği bir program vesîlesiyle, 9 Mayıs 2007 Çarşamba günü sabâhleyin erken sâatte, Özbekistân'ın başşehri Taşkent'e gelmiş ve hemen o sabâh, İslâm âlemindeki en büyük âlim ve velîlerin bulunduğu Buhârâ şehrine intikâl etmiştik. İlk defa, 1996 yılının Zilhicce ayında, sıra ile Taşkent, Buhârâ ve Semerkant'ı ziyâretle şereflenmiştik. 11 sene sonra, çok şükür buraları tekrâr ziyâret nasip oldu. Siz, böyle güzel bir Cuma sabâhında bu makâleyi okurken, biz Semerkant'ta bulunuyoruz. Bilindiği üzere, Özbekistân çok mühim bir kültür diyârı; çok büyük ulemâ ve evliyâ yatağı olan mübârek bir memlekettir. Buralar, "Mâverâünnehir" diye anılır. "MÂVERÂÜNNEHİR: Amu Derya (Ceyhûn), Siri Derya (Seyhûn) nehirleri arasında kalan ünlü Türk ülkesi"nin adıdır. Bu târihi belde bugün, Özbekistân, Kalpakistân'ın bir bölümü ile; Tacikistân, Kırgızistân'ın güney kısmını; Kızılkum Çölü ile Kazakistân'ın bir kısmını içine almaktadır. 660.000 km2 yüzölçümü vardır. Bölgede, çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği 16 milyon insan yaşamaktadır. Bu bölgelerde, ilk çağlardan beri Türkler ve Îrânlılar yaşamıştır. Buralarda Asya Hun, Göktürk ve Uygur İmparatorlukları; Sâmânîler; Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu ve Hârezmşâhlar Devletleri; Tîmûr İmparatorluğu, Çağatay Hânlığı ve Şeybânîler hâkim olmuşlardır. Müslümanlar, Mâverâünnehir'e ilk defâ; 667'de el-Hakem bin Ömer el-Gıfârî komutasında gelerek üç yıl kalmışlardır. Daha sonra Halîfe Kuteybe bin Müslim'in düzenlediği seferler netîcesinde, küçük bir kısım hâriç, bütün bölge Müslümanların hâkimiyetine girdi. Bölgede İslâmiyyet hızla yayıldı. ÖZBEKİSTÂN'DA, Hazret-i Ebû Bekir efendimizden günümüze gelinceye kadar, insanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, gerçek saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin hemen hemen üçte biri [10-12 zât] bulunmaktadır. Buhârâ ve civârında, Abdülhâlık Goncdüvânî [Gucdüvânî], Ârif-i Rîvegerî, Mahmûd-i İncirfağnevî [Encirfağnevî], Alî Râmitenî, Muhammed Bâbâ Semmâsî, Seyyid Emîr Gilâl [Gülâl, Külâl], Seyyid Muhammed Behâeddîn Buhârî, [yine bu coğrafyaya yakın olarak Alâüddîn-i Atâr, Ya'kûb-i Çerhî] gibi zevâtın türbe ve külliyyeleri vardır. Buhârâ'da, isimlerini saydığımız bu türbe ve külliyyelerden başka, Leb-i Havz Câmii, Mîr Arab Medresesi, Kalan Minâresi, Ark Kalesi gibi başka ziyâret mahalleri de mevcuttur. Yukarıda zikrettiğimiz zevâttan: 1- Abdülhâlık Goncdüvânî [Gucdüvânî] hazretleri, "Silsile-i Aliyye"nin dokuzuncusudur. Babası Abdülcemîl Malatyalı idi. Hızır aleyhisselâm, "Ey Abdülcemîl! Senin bir erkek evlâdın olacak. İsmini Abdülhâlık koyarsın" buyurdu. Abdülcemîl, daha sonra Buhârâ'nın Goncdüvân kasabasına yerleşti. Çok geçmeden bir erkek evlâdı oldu ve ismini Abdülhâlık koydu. 2- Buhârâ'ya 30 km uzaklıkta bulunan Rîveger köyünde dünyâya gelen Ârif-i Rîvegerî hazretleri, "Silsile-i Aliyye"nin onuncusudur. 3- Buhârâ'nın Fağne köyünde doğan, Mâverâünnehir'in Tûr-i Sînâ gibi mukaddes bir yer olmasına vesîle olan, orayı nûrlandıran büyük âlim ve velîlerden Mahmûd-i Encirfağnevî [İncirfağnevî] hazretleri, "Silsile-i Aliyye"nin onbirincisidir. 4- Buhârâ yakınlarındaki Râmiten kasabasında doğan, "Azîzân" ve "Pîr-i Nessâc" sıfatlarıyla anılan Alî Râmitenî hazretleri, "Silsile-i Aliyye"nin onikincisidir. 5- Hâce Alî Râmitenî'nin talebesi olan ve Buhârâ'ya bağlı Semmâs köyünde doğan Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretleri, "Silsile-i Aliyye"nin onüçüncüsüdür. 6- Muhammed Bâbâ Semmâsî'nin talebesi, Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin hocası ve Hz. Hüseyin'in soyundan olan Seyyid Emîr Gilâl (Gülâl, Külâl) hazretleri, "Silsile-i Aliyye"nin ondördüncüsüdür. 7- İslam âlimlerinin en meşhûrlarından olan, tasavvufta en yüksek derecelere ulaşan, zamanında ve kendinden sonraki asırlarda pek çok insanın, hidâyetine, doğru yola kavuşmasına vesîle olan Seyyid Muhammed Behâeddîn Buhârî hazretleri, "Silsile-i Aliyye"nin onbeşincisidir. Allahü teâlânın sevgisini kalplere nakşettiği için, kendisine "Nakşibend" denir. 1318'de Buhârâ'ya yakın "Kasr-ı Ârifân"da doğdu. 1389'da yine orada vefât etti; kabr-i şerîfi oradadır. Henüz o doğmadan, zamanın büyük velîlerinden Muhammed Bâbâ Semmâsî, Kasr-ı Ârifân'a gelmişti. Bu gelişinde, "burada büyük bir zâtın kokusu geliyor. Bu beldede büyük bir velî yetişecek" diyerek işâret etmiş, "emsâlsiz bir zâtın buradan zuhûr edeceğini, ortaya çıkacağını" talebelerine müjdelemişti. 8- Asıl ismi Muhammed bin Muhammed Buhârî olan Alâüddîn-i Attâr hazretleri de, Buhârâ'da yetişen en büyük evliyâdandır. "Silsile-i Aliyye"nin onaltıncısıdır. Zengin olan babası vefât edince, oğullarına mîrâs olarak çok fazla mal kaldı. Fakat Alâeddîn, hiçbir mîrâs kabûl etmeyip, Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî'ye talebe olmayı tercîh etti. 9- Derin âlim ve kâmil bir velî, hem de evliyânın büyüklerinden olan; insanların îmân, ibâdet ve ahlâk husûslarında doğruyu öğrenip, yapmalarını sağlayan ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden Ya'kûb-i Çerhî hazretleri, yine kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen İslam âlimlerinin onyedincisidir.