Şunu önemle ifâde edelim ki, bütün Ülü'l-azim Peygamberler, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınma karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır. İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her zaman ve her mekânda, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dinler vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette hak olan Ma'bûd'a (Allah'a) yönelmeleri emredilmiştir. En son hak dîn olan İslâmiyette emredilen îmân, ibâdet ve ahlâk esâslarıyla insanlar, mânen ve maddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir. Başta Peygamber Efendimiz, Hulefâ-i Râşidîn ve diğer Sahâbe-i Kirâm olmak üzere, kurulan bütün İslâm devletleri, husûsen Selçuklular ve Osmanlılar, bunun için çok büyük gayretler sarf etmişlerdir. İnsanların Allahü teâlâya karşı, kalple inanmaları ve bedenle yapmaları lâzım olan şükür borçları, kulluk vazîfeleri, Allahü teâlâ ve O'nun sevgili Peygamberi tarafından bildirilmiştir. Allahü teâlâya şükür, O'nun Peygamberinin getirdiği yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun dışında kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibâdeti, Allahü teâlâ kabul etmez, beğenmez. Çünkü insanların iyi, güzel sandıkları çok şey vardır ki, İslâmiyet bunları beğenmemekte, çirkin olduklarını bildirmektedir. Son Peygamber olan sevgili Peygamberimiz, kendisini bir muallim (eğitimci) olarak tanıtmış, eğitimcilik vasfını, gönderiliş sebepleri arasında zikretmiş, hayatı boyunca bunu tatbik etmiş ve muvaffakiyeti târihen sâbit, başarısı dost-düşman herkes tarafından kabul edilmiş bir eğitimcidir. Onun bu başarılarından istifâde etmek lâzımdır. Zulmetler, zulümler ve vahşetler altında inim inim inleyen insanlara, kurtarıcı olarak Sevgili Peygamberimizin lutfedilmesi, dünyânın en önemli hâdisesidir. Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri, o "üsve-i hasene" olan "Habîb"inde toplamıştır. O'nun hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusur görülmemiştir. O, her zamanda, her memlekette yani dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan, O'nun üstünde değildir. Peygamber Efendimiz, bizler için, her husûsta, eğitimde de en güzel örnektir. (Ahzâb, 21) Eğer bu husus iyi anlaşılacak olursa, dînî ve dünyevî işlerimizde, kimi örnek almamız gerektiği açıkça ortaya çıkar. O, güzel huyu, yumuşaklığı, afvı, sabrı, ihsânı ve ikrâmıyla herkesi hayrân bırakmış, O'nu görenler ve sözlerini işitenler, seve seve Müslüman olmuşlardır. O, 23 senede, 150 bin mübârek sahâbe meydâna getirmiştir. Peygamberimizin ve O'nun izinden giden âlim ve velîlerin, nasıl kâmil cemiyetler meydâna getirdikleri açıkça ortadadır. Burada Sahâbe-i kirâm, Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğulları, Babürlüler, Selçuklular ve Osmanlıları zikredebiliriz. Değerlerimize sahip çıkalım Burada, altını çizerek şunu da ifâde edelim ki: Dînimizde, târihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat "iyi insan", orijinal ismiyle söylemek gerekirse "insân-ı kâmil" meydâna getirmektir. Milletleri ayakta tutan, hiç şüphe yok ki millî ve manevî değerlerdir. Bu değerler, milletlerin birlik, beraberlik ve toplumsal dayanışma içerisinde yaşamalarını ve millî kimlikleriyle târih sahnesinde yer almalarını sağlamaktadır. Milletler, söz konusu kıymetleri, değerleri büyüklerini gelecek nesillere, kuşaklara aktardıkları nisbette, oranda varlıklarını sürdürürler. Târih, bize millî ve manevî değerlerine sahip çıkmayan ve başka milletleri körü körüne taklit edip millî şahsiyetlerini kaybedenlerin, dünyâ coğrafyasından silinip gittiklerini göstermektedir. Bu yüzden, bir toplumu içten yıkmak isteyenler, inanç, ahlâk ve millî değerlerini yok etmeyi ilk hedef olarak seçmektedirler. Bu itibârla geleceğimizin teminâtı olan gençlerimizi, millî, manevî ve kültürel değerlere uygun yetiştirmek, anne-baba, dede-nene, eğitimci, resmî ve sivil kuruluşlar ve topyekûn toplum olarak hepimizin görevidir. Özellikle genç kuşakları, bu değerler çerçevesinde eğitmek ve yetiştirmek oldukça önemlidir. Çünkü esefle görüyoruz ki, gençlerin dînî ve ahlâkî değerlerden uzaklaşmaları, örf ve âdetlerimize uymayan davranışları benimsemelerine, zararlı akım ve alışkanlıkların tuzaklarına düşmelerine yol açmaktadır. Bizim millî kültürümüz, yüce dînimizle âdetâ bütünleşmiş ve yine güzel dînimizin prensipleriyle yoğrulmuştur. Sevgi, saygı ve fedâkârlığın geliştirilmesinde, toplum hayâtımızın âhenkli ve sağlam bir şekilde devâm ettirilmesinde, gençlerimizin ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde, manevî değerlerimizin ve millî kültürümüzün katkısı çok büyüktür.