Allahü teâlâ, insanların yaptığı işleri iki kısma ayırdı. Bir kısmını beğendiğini, bunları yapanlardan râzı olduğunu ve bunlara ni'metler vereceğini vâdetti. Vâdettiği iyiliklerin ölçü birimine, ecir ve sevâb denir. Allahü teâlâ insanların yaptığı işlerden bir kısmını da beğenmediğini, bunları yapanlardan râzı olmadığını ve bunları yapanlara çok acı karşılıklar vereceğini, Cehennem ateşinde yakacağını bildirdi. Bu acı karşılıklara, azâb denir. Azâbların şiddetlerini, çokluğunu bildiren ölçü birimine, ism ve günâh denir. Allahü teâlânın beğendiği şeylere hasenât, iyi şeyler, beğenmediklerine seyyiât, kötü şeyler denir. Allahü teâlâ, hangi işlerin hasenât ve hangi işlerin de seyyiât olduklarını bildirdi. Bu sebeple kıyâmet günü, ni'met ve azâb olarak, başka yerden bir şey getirilmeyecek, dünyâda yapılanların karşılıklarına kavuşulacaktır. İnsanın kanı, safrası bozulduğu veyâ başka zararlı şeyler vücûtta çoğaldığı zamân, bedendeki değişikliğe hastalık ve ilâç tesîr ettiği zamân hâsıl olan hâle de sıhhat denildiği gibi, insanda şehvet ve asabiyyet artınca, câna bir ateş düşer. İşte insanın felâketinin sebebi, bu ateştir. Bunun için, hadîs-i şerîfte; (Gadab, yani asabiyyet, Cehennem ateşinden bir parçadır) buyuruldu. ÎMÂN NÛRUNUN KUVVETİ!.. Akıl ışığı kuvvetlenip, şehvet ve asabiyyet ateşini söndürdüğü gibi, îmân nûru, Cehennem ateşini söndürür. Nitekim Cehennem, mü'minlere; (Ey mü'min! Çabuk geç ki, nûrun ateşimi söndürüyor) diyecektir. Şehvet ateşi de, akıl nûru ile söner. Kıyâmette, insana azâb için başka yerden bir şey getirilmeyecektir. Nitekim; (Cehennem, dünyâda yaptığınız kötü işlerden başka bir şey değildir. Bunların, size geri çevrilmesidir) buyuruldu. Cehennem ateşinin tohumu, insanın şehveti ve gadabıdır. Bunlar insanın içindedir. İlm-i yakîn ile bilen, bunları görebilir. Nitekim, Sûre-i Tekâsürdeki âyet-i kerîmede meâlen; (İlm-i yakîn ile bilseydiniz, Cehennemi elbette görürdünüz) buyurulmuştur. Zehir insanı hasta yapar. Hastalık da, insanı mezâra sokar. Fakat, zehir ve hastalık insana kızmış ve intikam almış denilemez. Günâh ve şehvet de, kalbi hasta eder. Bu hastalık, kalbin ateşi olur. Bu ateş, Cehennem ateşi cinsinden olup, dünyâ ateşi gibi değildir. Mıknâtıs taşı, demir parçalarını kendine çektiği gibi, Cehennem ateşi de, bu ateşi taşıyanları kendine çeker. Cehennemin ve Cehennem zebânîlerinin, yani azâb meleklerinin kızması ve intikam alması olmaz. Sevâb işleyenlerin hâli de böyledir. Peygamberlerin ve O Peygamber vasıtası ile dinlerin gönderilmesinin sebebi, kahırdır, cebirdir. İnsanları cebir zinciri ile yani zorla Cennete çekmek içindir. Nitekim; (Zincirlerle Cennete çekilen insanlara hayret mi ediyorsun?) buyurulmuştur. Allahü teâlânın gönderdiği dinler, Cehenneme gitmemeleri için, insanları bağlayan bir kementtir. Nitekim; (Siz, pervâne gibi, kendinizi ateşe atıyorsunuz. Ben kemerinizden tutup geriye çekiyorum) buyurulmuştur. BİR SÜRÜNÜN ÇOBANI GİBİ... Allahü teâlânın cebbârlık yani her istediğini yapmak zincirinin halkalarından biri de, Peygamberlerin sözleridir. İnsanlar, doğru yolu, eğri yollardan, bu sözlerle ayırabilir. Onların gösterdiği tehlikelerden, insanda korku hâsıl olur. Bu korku, akıl aynası üzerindeki tozları temizler. Akıl cilâlanıp, parlayıp, âhiret yolunu tutmanın, dünyâ zevklerine kapılmaktan dahâ iyi olacağını anlar. Bu anlayış, âhiret için çalışmak irâdesini hâsıl eder. İnsanın uzuvları, irâdesine tâbi olduğundan, uzuvlar âhiret için çalışmaya başlar. Allahü teâlâ, bu zincir ile, insanları zorla Cehennemden uzaklaştırıp, Cennete sürüklemiş olur. Netice olarak Peygamberler, koyun sürüsünün çobanına benzer. Sürünün sağ tarafında çayır olsa, sol tarafında da mağara bulunsa, mağarada kurtlar bulunsa, çoban, mağara tarafında durup, sopa sallayıp, koyunları korkutarak, çayır tarafına kovalar. İşte Peygamberlerin gönderilmesi de, buna benzemektedir...