Bundan önceki makâlemizde de belirttiğimiz gibi, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm Peygamberlerin sonuncusudur. O'nun kitâbı, geçmiş kitâpların en iyisidir. O'nun dîni, bütün dînleri yürürlükten kaldırmıştır. O'nun getirdiği dîn, kıyâmete kadar bâkî kalacaktır; kimse tarafından değiştirilemeyecektir. Yüce Allah, bu dîni (İslâmı) kıyâmete kadar koruyacağını, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir. İnsânlığın bugün de, Hazret-i Peygambere ne kadar muhtâç olduğunu ifâde için, dünyâ çapında meşhûr bazı kimselerin, O ve İslâm Dîni hakkındaki bazı sözlerini burada nakletmek çok faydalı olurdu, ama maalesef bu makâlemizin hacmi buna müsâit değil. Bilindiği üzere, Peygamberimizin çalışmalarıyla, Cenâb-ı Hakk'ın da lutfuyla, târîhte "Câhiliye dönemi" diye anılan zulmetli, karanlık devre bitmiş, bir "asr-ı saâdet" meydâna gelmiştir. Dünyâda, bu asrın bir benzeri, bugüne kadar görülmemiş, kıyâmete kadar da görülemeyecektir. Makâlemize, son devir ulemâsının büyüklerinden ve Sevgili Peygamberimizin torunlarından olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin (rahmetullahi aleyh) bir sözüyle devâm edelim: "Her Peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselâm ise, her zamânda, her memlekette, yanî dünyâ yaratıldığı günden, kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan O'nun üstünde değildir. Bu güç bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O'nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O'nu medhedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, O'nu tenkîd edecek iktidârı yoktur." Eski Peygamberlerin kitâpları ve sözleri zamanla değiştirilmiş, eski dînler unutulmuştur. Yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına son bir Peygamber ve yeni bir dîn daha (yanî İslâmiyeti) göndermiştir. Bu dîni (İslâmı) kıyâmete kadar koruyacağını, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir. İki cihân saâdetine kavuşmak İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, saâdetlerin başı, Muhammed aleyhisselâmı tanımak, sevmek, O'na îmân etmek, tâbi' ve teslîm olmaktır. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhiretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi' olmaya bağlıdır. Ona tâbi' olmak için, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Yine Muhammed aleyhisselâm'a tâm ve kusûrsuz tâbi' olabilmek için, onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır. Bunun alâmeti de, onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, onu beğenmeyenleri sevmemektir. Tabîî ki sevgi ve nefret kalpte olur. Dînimizin gereği, zâhiren onlara da iyi davranmak, tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lâzımdır. Bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikler, üstünlükler ve güzellikler kendisinde toplanmış olan, dünyâ ve âhiretin Efendisi, insanların ve cinnîlerin Peygamberi olan Resûl-i Ekrem Muhammed aleyhisselâm'ı gündemde tutmak, akıllarda ve fikirlerde, hâtırlarda ve gönüllerde bulundurmak, bütün insanlara tanıtmak ve sevdirmeye çalışmak çok şerefli bir iştir. Bu, kültürlü, münevver, imkânı olan ve gücü yeten her Müslümanın işi olmalıdır. İnsanları ateşten kurtarmak... Şimdi burada, Peygamberimizin 2 önemli hadîs-i şerîfine temâs edelim: 1- "Benim ve sizin benzeriniz, ateş yakan ve ateşine pervâne ve çekirgeler düşmeye başlayınca, onları men etmeye çalışan kimse gibidir. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum; halbuki siz benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz." (Müslim) 2- "Allah'ın, benimle gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura benzer ki, o yağmurun isâbet ettiği yerin bir kısmı, suyu içen kuvvetli bir toprak olup bol ot bitirir. Bir kısmı da su içmeyen katı yer olup suyu biriktirir ve muhafaza eder de, Allahü teâlâ o su ile insanları faydalandırır; insanlar ondan içerler, hayvanlarını sularlar ve onunla ekerler biçerler. Yine o yağmur öyle bir yere isabet eder ki orası düz ve kaypaktır; ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah'ın dînini anlayan ve Allahü teâlânın benimle gönderdiği hidâyet ve ilimden faydalanan ve onları bilip (öğrenip) başkalarına da öğreten kimse ile buna kulak asmayan, benim getirdiğim hidâyeti kabûl etmeyen kimsenin benzeridir." (Buhârî, Müslim) Görüldüğü gibi, bu hadîs-i şerîfte, insanlar, toprak misâli ile anlatılıyor: Üç grup toprak olduğu gibi, üç grup da insan vardır: Suyu içine alıp bolca ot yetiştiren toprak, yağmurdan hem kendisi istifâde eden, hem de başkalarını faydalandıran topraktır. Suyu içine almayan, ama üzerinde tutan toprak, kendisi faydalanamıyorsa da, hiç olmazsa başkalarının istifâdesine sebeb oluyor. Ama, suyu tutmayan, ot da bitirmeyen toprağın, kendisine de, başkalarına da faydası olmaz. Netîce olarak söylemek gerekirse, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine faydalı unsurlar meydana getirmektir. İşte millî eğitimimizdeki ana hedef de bu olmalıdır.