Dünkü makâlemizde kısa bir biyografisini takdîm ettiğimiz Şa'bân-ı Velî'nin bugün bazı kerâmetlerinden bahsetmek istiyoruz... Talebesinden Mehmed Efendi, hocası hakkında şunları anlatmıştır: "Şa'bân-ı Velî hazretlerinin talebesi olmakla şereflendiğim sıralarda, onun pekçok kerâmetlerini gördüm, birçok hâllerine şâhid oldum. Horasan evliyâsından biri, talebelerinden hâl ehli olan birkaçına; "Anadolu'da derecesi yüksek, pek kıymetli bir velî yetişti. Arzu ettiği an melekler âlemini seyretmektedir. Siz de ziyâretine gidiniz. Onun feyz ve bereketine, teveccühlerine kavuşunuz" buyurdu. O talebeler de Anadolu'ya doğru yola çıkıp Kastamonu'ya yaklaştılar. Bu sırada Şa'bân-ı Velî, iki talebesine bir ayna verip; "Horasan dervişlerinden üçü ziyâretimize gelmektedir. Aynayı bu gelenlere veriniz" buyurdu. Aynayı alan iki talebe, Horasanlı dervişleri karşılamaya çıktılar. Bu gelenlerle yolda karşılaştıklarında, emânet olan aynayı onlara verdiler. Horasanlı dervişler aynaya baktıklarında, içinde Şa'bân-ı Velî'nin tebessüm ederek kendilerine baktığını gördüler. Bu hâle hayret ettiler ve; "Bize bu kâfîdir. Göreceğimizi gördük, Şa'bân-ı Velî'nin teveccühlerine kavuştuk" diyerek Horasân'a döndüler." Kürekçi Mustafa isminde, Şa'bân-ı Velî'yi çok seven biri şöyle anlatmıştır: "Birisine bin iki yüz akçe borcum vardı. Onu ödemek için çok çalıştığım hâlde, bir türlü para biriktirip veremedim. O kimse de, zaman zaman gelip parasını istiyordu. Ben her defâsında; "Biraz daha mühlet ver" diyordum. Bu durumun böyle devâm etmeyeceğini anlayınca, bir velînin kabrine giderek; "Yâ Rabbî! Enbiyân ve bu evliyân hürmeti için, bana borcum kadar dünyâlık ihsân eyle!" diye duâ eyledim. Oradan ayrıldıktan sonra, aklıma Şa'bân-ı Velî hazretleri geldi. Huzûr-i şerîflerine vardığımda yanında kimse yoktu. Beni görünce, oturduğu minderin altını işâret ederek; "Bunun altındakileri al!" buyurdu. Elimi uzatıp, bir miktârını aldım. Hepsini almadığımı görünce, bana; "Hepsini al. Hak teâlâ, oradakilerin hepsini senin için gönderdi" buyurdu. Bunun üzerine hepsini aldım. Sonra benim için ellerini kaldırıp; "Yâ Rabbî! Bunu darda koyma" diye duâ etti. Huzûrundan ayrıldım. Tenhâ bir yere vardığımda paraları saydım, tam borcum kadardı. Çok sevindim. Hemen gidip borcumu verdim. O günden beri de, artık hiç kimseye borçlanmadım, elhamdülillah." Şa'bân-ı Velî'ye bir gün fakîr bir kimse gelerek; "Efendim! Fakîrim. Bir merkebim vardı, o da öldü. Şimdi ne ile çocuklarımın geçimini temîn edeceğim? Ne olur duâ buyurun da, Cenâb-ı Hak, beni nâmerde muhtâc etmesin" dedi. Şa'bân-ı Velî de, ellerini açarak bu fakîr için Allahü teâlâya yalvardı. O sırada bir atlı, yedeğinde bir katır ile Şa'bân-ı Velî hazretlerinin huzûruna gelip; "Efendim! Bu katırı size hediye etmek niyetiyle tâ memleketimden geldim. Lütfen kabûl buyurunuz" dedi. Şa'bân-ı Velî, yanında duran fakîre dönerek; "Ey fakîr! Allahü teâlânın sevdiklerine olan bağlılığın ve muhabbetin sebebiyle, Cenâb-ı Hak, sana, merkebin yerine daha güçlü bir katır ihsân etti. O'nun bu nîmetinin kıymetini bilip şükür kıl ki, daha da çoğaltsın" buyurdu ve katırı fakîre teslîm etti. Katırı getiren kimse, bu işe şaşırıp kaldı ve hayretinden; "Sübhânallah" deyince, etrâftakiler; "Niçin hayret ediyorsun?" diye sordular. O kimse de; "Bu katırı yarın getirecektim. Lâkin içime, hayırlı işi geciktirme diye bir düşünce geldi. Bunda bir hikmet var diyerek acele ettim" dedi. Murâd Halîfe ismindeki bir imâm, bir gün Şa'bân-ı Velî'yi ziyârete geldi. O sırada Şa'bân-ı Velî, câminin bahçesinde talebeleriyle oturmuş sohbet ediyordu. Murâd Halîfe, bir müddet onların yanına oturup sohbeti dinlemeye başladı. Dinledikçe, Şa'bân-ı Velî hazretlerinin büyüklüğünü anlıyordu. Bir ara Şa'bân-ı Velî'nin mübârek başını câminin kubbesi yüksekliğinde gördü. Hemen gidip, Şa'bân-ı Velî'nin dizinin dibine oturdu ve elini öpmeğe başladı. Talebelerden biri yavaşca; "Bu adam ne yapıyor? Durup dururken hocamızın elini öpüyor" deyince, yanındaki kalb gözü açılmış olan talebe de; "Eğer hocamızın mübârek başının Arş-ı âlâya değdiğini görse, zevkten helâk olurdu" dedi.