Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, "sabredenleri sevdiğini" ve "onlarla berâber olduğunu" beyân buyuruyor. Onun için biz bugünkü ve yarınki makâlelerimizde bir nebze sabırdan bahsetmeye çalışacağız. "Sabr [Sabır]" ne demektir? Önce bununla ilgili bazı nakiller yapalım: Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî'ye (rahmetullahi teâlâ aleyh) sabrı suâl ettiler. O da: "Sabır, Allahü teâlâdan gelen her şeyi hoş ve iyi bir şekilde karşılayıp, heyecân ve ümîdsizliğe düş≠memek, sıkıntılı ve meşakkatli zamânlarda dayanıklı ve tahammüllü ol≠maktır" şeklinde cevap verdi. Mısır'da yetişen büyük velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Sabır, Allahü teâlânın emirlerine muhâlif olan davranışlardan uzaklaşmak, O'ndan gelen musîbetlere sükûnetle karşılık vermek ve fakîrlik ihsân ettiği zamân da, zengin görünmektir." Hindistân'ın büyük velîlerinden Hâce Muînüddîn-i Çeştî (rahmetullahi aleyh) çok sabırlı olup, sevdiklerine de sabırlı olmalarını tavsiye ederdi ve "Sabır, şikâyet etmeksizin üzüntüye katlanmak ve sıkıntılara göğüs germektir" buyururdu. Yine evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâ (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Sabır, musîbetler içindeyken bile edebe riâyet etmektir." "Sofiyye-i aliyye" denilen büyük velîlerden [ya'nî tasavvuf büyüklerinden] Hallâc-ı Mansûr'a (rahmetullahi aleyh) "Sabır nedir?" diye sorduklarında; "Sabır odur ki; bir kişinin iki elini-ayağını keserler, onu köprünün üzerine asarlar ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da, bir kere bile âh etmez" buyurdu. Kezâ evliyânın büyüklerinden Hayr en-Nessâc (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Belâlara sabır, yiğit kişilerin; Allah'tan gelen her şeye rızâ göstermek ise, kerem sâhiplerinin (evliyânın) ahlâkıdır." Sâbit bin Ebî Hamza eş-Şimâlî; Tâbiînin büyüklerinden, "Oniki İmâm"ın dördüncüsü ve Hazret-i Hüseyin'in (radıyallahü anh) oğlu olan İmâm Zeynelâbidîn'in (rahmetullahi aleyhim ecmaîn) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kıyâmet günü, 'sabır ehli kalksın' diye nidâ olunur. Bir grup insan kalkar. Onlara, 'hadi Cennet'e giriniz' denilir. Onlar meleklerle karşılaşırlar. Melekler onlara: "Sizler kimlersiniz?" diye sorarlar. 'Biz sabır ehliyiz' dediklerinde, 'sizin sabrınız ne idi?' derler. 'Biz, Allahü teâlâya ibâdet etme husûsunda zorluklara katlandık. Nefsimize uymayıp, günâhlardan sakındık ve bu husûslarda sabrettik' derler. Melekler onlara, 'hadi Cennet'e girin, sâlih amel işleyenlerin mükâfâtı ne güzeldir' derler." Yine Tâbiînin tanınmışlarından ve evliyânın büyüklerinden Ka'bü'l-Ahbâr (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "İnsanlardan gelen sıkıntılara sabretmeyen, onlara karşılık vermeyi terk etmeyen kimse sabırlı sayılmaz." Ahmed Sârbân'ın (rahmetullahi aleyh), rivâyete göre çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Efendisini görmeye gelenlere, içeriden; "Siz bu herîften ne meded umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu?" diyerek bağırırdı. Bir gün, Şeyh efendinin talebeleri, hem bu durumu düşünüyor, hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı: "Acaba nasıl oluyor da Şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor?" Onların bu düşüncelerini anlayan Şeyh hazretleri şu cevâbı verdi: "Dostlarım! Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse, nefsinizi içinizden atın, bana öyle gelin. İşte bu kadar." Ahmed Sârbân (rahimehullah) ömrünün sonuna kadar, o kadının yaptığı eziyetlere katlandı. H. 952 yılında vefât etti. Doğum yeri olan Hayrabolu'da adına yaptırılan türbenin hazîresine defnedildi. Ahmed Sârbân hazretlerinin hanımı, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı. Şeyh hazretlerinin mezar taşına bir yastık gibi başını koyarak gece-gündüz; "Ah ah! Yazık, çok yazık ki, ben senin kadrini, kıymetini bilemedim" diyerek ağlardı.