Hemen makâlemizin başında belirtelim ki, mukaddes dînimiz İslâmiyet, insanların birbirlerini sevmeleri ve yardımlaşmaları, cemiyet düzeninin sağlanması için zekât ve sadaka vermeyi, hediyeleşmeyi emretmektedir. İnsanlara yardım etmek büyük sevâptır. Bir Müslüman, farz olan zekâtı verdikten sonra, âhirette büyük sevâplara nâil olabilmek, bedeninin sıhhat ve âfiyete, mal ve evlâdının da berekete kavuşabilmesi için sadaka da vermelidir. Mübârek gün ve gecelerde, bilhâssa ramazan ayında verilmesi daha iyi olur. Büyük âlim Seyyid Abdülhakîm Arvâsî: "Sadaka; belâları önler, ömrü uzatır, bedene sıhhat verir, malı arttırır" buyurmuştur. Ama, "Zekât borcu veya başka borcu olanın sadaka vermesi sevâp olmaz, günâh olur" da demiştir. Evliyânın gözbebeklerinden İmâm-ı Rabbânî de: "Ölüler için duâ ve istiğfâr ederek ve onlar için sadaka vererek, imdâdlarına yetişmek lâzımdır" buyurmuştur. Hicretin ikinci yılında emredilen bazı ibâdetler Hicretin ikinci yılında, Müslümanlara bedenî ve mâlî ibâdetlerden bazıları emredildi. Hicretin 2. yılı olaylarından biri, müdâfaa için cihâda izin verilmesidir. Bunun yanında, daha önce Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılınırken, Allahü teâlânın emriyle, Kâbe'ye doğru namaz kılınmaya başlanmıştır. Kıblenin Kâbe-i muazzama, Mescid-i harâm olduğunu bildiren Bakara sûresinin 144. âyeti nazil olunca, Müslümanların kıblesi Kâbe oldu. Kıblenin Kâbe olmasından bir ay ve hicretten de 18 ay sonra, şaban ayının 10. günü, Bedir Gazâsından da bir ay önce, oruç farz oldu. Yine o senede, ramazan ayında, teravih namazı kılınmaya başlandı ve sadaka-i fıtır vermek vâcip oldu. Kezâ hicretin 2. senesinde ramazan ayında zekât vermek de farz oldu. Yine hicretin 2. yılında zilhicce ayında, Kurban kesmek ve bayram namazı kılmak vâcip oldu. "Sadaka" Bunları bir mukaddime olarak belirttikten sonra, şimdi "sadaka"nın bir tarifini yapalım: Sözlüklerde Sadaka: "Allahü teâlânın rızâsını kazanmak niyetiyle ve karşılık beklemeden, muhtaç olanlara, fakîrlere hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma" manasına geldiği gibi, "Zekât" ve "Ganîmet" manalarında da kullanılmaktadır. Yapıldıktan sonra sevâbı devâm eden hayırlı, iyi işlere, devâmlı hayra sebep olan sadakaya "sadaka-i câriye" denilir. Şimdi gelelim "Sadaka-i fıtır" konusuna. Sadaka-i fıtır: "İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb miktarı yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür Müslümanın, Ramazân Bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları, belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın veya gümüş" şeklinde ta'rîf edilmektedir. Buna "Fıtra" da denir. Halk arasında ise "fitre" şeklinde anılmaktadır. Alâüddîn Haskefî diyor ki: "İslâmiyet'in vâcibleri yedidir: 1- Sadaka-i fıtır, 2- Yakın akrabânın nafakası, 3- Vitir namazı, 4- Kurban kesmek, 5- Umre yapmak, 6- Anaya-babaya hizmette bulunmak, 7- Hanımının kocasına hizmeti". "Ef'âl-i mükellefîn"in 2. maddesi olan "Vâcib: Yapılması farz gibi kesin olan emirlere denir. Bu emirlerin Kur'ân-ı kerîmdeki delîli farz kadar açık değildir. Zannî olan bir delîl ile sâbittir. Vitir namâzı ve bayram namazı kılmak, zengin olunca kurban kesmek, "sadaka-i fıtır" vermek gibi" diye tarif edilir. "Fıtra" nisâbına mâlik olana, dînen "zengin" denir. Bunun fıtra vermesi vâcib, zekât alması ise harâm olur. Çalışamayan fakîr akrabâsına yardım etmesi de vâcib olur. İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan her hür Müslümanın, Ramazan Bayramı'nın birinci günü sabâhı fıtra vermesi vâciptir. Ramazan ayı içinde, hattâ ramazandan önce de verebilir. Bir kişinin fıtrası, bir fakire veya birkaç fakire verilebildiği gibi, bir fakire birkaç kişinin fıtrası da verilebilir. Kıymeti kadar altın ve gümüş Melikü'l-ulemâ Kâsânî ve Allâme Seyyid Muhammed Emîn İbn-i Âbidîn demektedirler ki; "sadaka-i fıtır" olarak, 1750 gr buğday veya buğday unu yahut 3500 gr arpa veya bu miktâr hurma veya kuru üzüm verilir. Bunların kendisi verilebildiği gibi, kıymeti kadar altın ve gümüş de verilebilir. "Sadaka-i fıtr", yâni "fıtra", bazı âlimlere (Hanefîlere) göre "vâcib", bazılarına (diğer üç mezhebe) göre de "farz"dır. Fıtra vermek her ne kadar belli bir nisâba mâlik olanlara vâcib ise de, durumu müsâit olan fakirlerin de vermeleri iyi olur. Çünkü fıtra, oruç tutan kimsenin boş ve fuhuş sözlerini temizlemektedir. Bir özrü sebebiyle oruç tutamayan kimsenin de fıtra vermesi lâzımdır. Makâlemizin sonunda 2 hadîs-i şerîfin meâlini verelim: "Ramazan-ı şerîf orucu, gökle yer arasında asılıdır. Ancak fıtra ile yukarıya çıkarılır." "Fıtra, sizin zenginlerinize, Allahü teâlânın tezkiyesidir. Ama fakîr olanlarınız da verirse, Allahü teâlâ ona daha çoğunu verir."