Selçûklular; Çin'den Batı Anadoluya kadar bütün Orta Doğu ülkeleri, Akdeniz sâhilleri, Kuzeybatı Afrika, Hicâz ve Yemen'den Rusya içlerine kadar yayılan hâkimiyetin, muazzam bir kültür ve medeniyetin temsîlcisidirler. Türk-İslâm devletlerinin en büyüklerinden olan Selçûklu Devletini, "Oğuzlar"ın "Üçoklar" kolunun, "Kınık Boyu"na mensûp olan Selçûklular kurmuşlardır. Onuncu asrın sonu ile onbirinci asrın başlarında İslâmiyeti kabul eden Selçûklular, i'tikâtta "Mâtürîdî", amelde "Hanefî" olup, "Ehl-i Sünnet Mezhebi"ndeydiler. Devlete adını veren Selçûk Bey, Aral Gölüyle Hazar Denizi arasına hâkim olan Oğuz Yabgu Devletinin kumandânlarından Dukak Subaşı'nın oğludur. Dukak ölünce, on yedi-on sekiz yaşlarındaki Selçûk Bey "Subaşı" oldu. Genç yaşına rağmen, yüksek mevkilere ulaşan Selçûk Beyin devâmlı artan bir i'tibâra sâhip olması, Yabgu ve hanımını telâşlandırdı. Onu başlarından atmak için çâre aramaya başladılar. Öldürülmekten çekinen Selçûk Bey, kabîlesiyle birlikte oradan ayrıldı. [Güney yoluyla muhtemelen 985'lerde Seyhûn Nehri kenarında bulunan Cend şehrine geldiler. Bu bölge ve şehir, İslâm ülkelerine geçişte hudûd durumundaydı.] Selçûk Beyin idâresindeki Türkler, kısa zamanda İslâmiyeti kabûl ettiler. Bu durum Yabgu ile aralarını iyice açtı. "Müslümanlar gayr-i müslimlere harâç vermez" diyen Selçûk Bey, Yabgu'nun harâç memûrlarını kovdu ve istiklâlini i'lân etti. Gayr-i müslim Türkler arasında cihâd faaliyetlerine girişti. Selçûk Beyin istiklâlini i'lân edip, Yabgu'ya haraç vermeyerek, Müslüman olmayanlarla mücâdeleye girişmesi, çevrede tanınıp, i'tibâr kazanmasına yol açtı. Oğuz Yabgu'suna karşı olan Türkler, onun etrâfında toplandılar. Müslümânlardan da destek alan Selçûk Bey, Müslümân olmayan Türkler üzerine yaptığı gazâlarla şöhret kazandı. Onun bu şöhreti, Mâverâünnehir'de üstünlük sağlamaya çalışan Müslümân devletlerden biri olan Sâmânîlerle anlaşmasını sağladı. Sâmânî sultânı, Selçûk Beye, devletinin sınırlarını diğer Türk akınlarına karşı korumasına mukâbil, Buhârâ yakınlarındaki Nûr kasabasına yerleşme izni verdi. Selçûk Bey; Mîkâil, Arslan, İsrâîl, Yûsuf ve Mûsâ adındaki oğullarıyla Büyük Selçûklu Devletinin temelini atıp, Tuğrul ve Çağrı adında iki torun bırakarak yüz yaşlarında vefât etti. Selçûk Beyin büyük oğlu, Tuğrul ve Çağrı Beylerin babası olan Mîkâîl, babasının sağlığında ölmüştü. İkinci büyük oğlu olan Arslan Bey, babasının yerine geçti. "Yabgu" unvânını alarak, "Selçûklular" da denilmeye başlayan âilesini teşkîlâtlandırdı. Karahânlıların, Sâmânî Devletine son vermesi üzerine, Özkend'den kaçan Sâmânî şehzâdelerinden İsmâîl Muntasır'ın Arslan Yabgu'ya sığınması, Karahânlılarla aralarının açılmasına sebep oldu. Arslan Yabgu komutasındaki Selçûklular, Karahânlılar karşısında başarılı muhârebeler yaptılar. Selçûkluların güçlenmesi, bölgenin hâkimi olan Karahânlılar ile Gaznelileri zor durumda bıraktı. 1025'te Karahânlı-Gazneli iş birliğiyle Arslan Yabgu, Gaznelilerce yakalanıp, Hindistân'daki Kâlencer Kalesine hapsedildi. Bu hâdiseden sonra Selçûklularla Gazneliler arasında açık bir mücâdele başladı. Onun esâreti yıllarında Selçûklular, ortak hükümdâr sistemiyle idâre edildi. Mûsâ'yı "Yabgu"luğa, Yûsuf'un oğlu İbrâhim'i de "Yınal"lığa getirdiler. Mîkâîl'in oğulları Çağrı ve Tuğrul beyler, amcalarının hâkimiyetini tanımakla berâber, ayrı bölgelerde yaşamaya başladılar. Mâhir süvârîlerden meydâna gelen Selçûklular, kalabalık hayvân sürüleri ve atları için bol otlaklı, geniş yaylalar aradılar. Bu gâyeyle, zaman zaman komşuları Karahânlılar ve Gaznelilerin sınırlarını aşıp, yerli halkın şikâyetlerine sebep oldular. Onların bu hâlini kendileri için tehlikeli gören Karahânlılar, Selçûklu âilesi içinde karışıklık çıkarmak istedilerse de muvaffak olamadılar. Üzerlerine kuvvet gönderildi; hattâ Yûsuf Bey öldürüldü. Mûsâ Yabgu ile birleşen Tuğrul ve Çağrı Beyler, Karahânlı kuvvetlerini yenerek, Yûsuf Beyin intikâmını aldılar. Siyâsî durum iyice gerginleşti. Bölgede değişiklikler oldu. Bir baskınla Selçûklular bir hayli zâyiâta uğratıldılar. [İnşâallah yarın bu konu üzerinde biraz daha durmak istiyoruz.]