"Türk Dil Bayramı"nın ardından

A -
A +

Bildiğiniz gibi, Ekim ayında, günlü olması hasebiyle, "Kadir Gecesi" hakkında 2 makâle, "Ramazân Bayramı" hakkında 2 makâle, "Şevvâl Orucu" hakkında 1 makâle, Hazret-i Mevlânâ'nın 800. doğum yılı kutlamaları münâsebetiyle de 3 makâle yazdık; o ay hemen bitiverdi. Ekim ayı içerisinde ele almayı düşündüğümüz bazı konular vardı, ama maalesef mecbûren bu aya kalmış oldu. Bunlardan biri, 26 Eylül'deki "Türk Dil Bayramı", diğeri de Ekim'in ilk haftasındaki "Câmiler ve Dîn Görevlileri Haftası" idi. Bugün 1. konuyu, yarın da inşâallah 2. konuyu ele alacağız. Bazı konular var ki, resmî kutlama tarihleri geçse de, her zaman tâzeliklerini korurlar. İşte "Dil" konusu da böyle her zaman ele alınabilecek bir konudur. "Dil", "insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vâsıta; seslerden örülmüş içtimâî bir müessese; kendisine mahsus kânunları olan ve ancak bu kânunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık; temeli, bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar sistemi" şeklinde tarif edilmektedir. Her kavmin dili (lisanı) ayrıdır. Dünyâda 2.796 dilin varlığından söz edilir. "Bir milletin maddî-mânevî değerleri" yanî "Bir milletin sanat faaliyetleri, inançları, örf ve âdetleri, anlayış ve davranışları"nın bütününe "Kültür" veya "Mânevî Kültür" yâhût "Hars" da denilmektedir. "Hars (Kültür)" diğer bir tarîfle: "Bir milletin dînî, ahlâkî, hukûkî, adlî, estetik, lisânî, iktisâdî ve fennî hayâtlarının âhenkli bir bütünüdür." Bir milletin mânevî kültür değerlerinin yekûnunu "Dîn", "Dil", "San'at", "Edebiyât", "Örf ve Âdetler" ile, "Düşünüş ve Yaşayış Tarzları" meydâna getirmektedir. Bu kültür değerleri milletlerin hayâtlarında önemli bir yer tutarlar. Milletler bu tip kültür değerleri üzerinde hassâsiyetle dururlar, bunları mümkün mertebe zedelemeden ve hattâ geliştirerek kendinden sonraki nesillere devrederler. Şu bir vâkıadır ki, kültür unsurlarının terk edilmesi, ihmâli veya yozlaştırılması cemiyetlerin başlarına sayısız tehlikeler açmaktadır. Eğer bir kültür, toptan terk edilecek olursa veya özü bırakılacak olursa o cemiyetten, o milletten eser kalmaz. Nitekim 10. asra kadar "Türk" kavmi olan "Bulgar"ların, kültürleri değişince, o târihten îtibâren "Slav"laşmış oldukları, buna açık bir misâl olarak verilmektedir. Bir milletin kendine hâs îmân (inanış) ve amelini (yaşayışını) meydâna getiren dîn, asırlardan beri kültürün en önde gelen (birinci) unsuru olmuştur. Aslında bu unsurlar, bir cemiyetteki bütün ferdî hareketleri, örf ve âdetleri, sanatı vs.'yi tesîr altına alır. Türkler, Allahü teâlâya inanır ve îmânları sebebiyle yalnız O'na kulluk ederler. Dîn ve devletlerini, vatanlarını, o vatan için şehîd olanları ve o vatana hizmet edenleri de mübârek bilirler. Türk velî ve kahramanlarının hayât hikâyeleri, dîn ve devlet için ferâgatli mücâdeleleri ve lider kişi olarak millete verdikleri hedeflerin neler olduğu nesilden nesile anlatılmıştır. Türk kültürünün dîn ve îmândan sonra gelen en mühim unsuru "DİLİ"dir. Dil, gerek fert olarak insanların, gerek cemiyet ve millet olarak toplumların ses dünyâları, ifâde şekilleri, konuşmaları olup, fertleri birbirlerine bağlayan ilk sosyal bağlardan ve ortaklıklardan sayılır. Bir milletin dili, onu diğer milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır ve millî yapıyı meydana getiren, sağlamlaştıran ve destekleyen en büyük faktör ve dayanaktır. Dil, içtimâî bir müessesedir. Bir cemiyetin, bir kavmin, bir milletin en büyük dayanağı dildir. Millet kendi diliyle anlaşır, millî birliğini korur, başkalaşmaktan, dağılıp yok olmaktan kurtulur. O halde dil, millî değerlerimizin bütününü teşkil eden "kültür"ün ikinci ve temel unsurlarındandır; bir milletin ses dünyâsıdır; düşüncesinin aynasıdır; millî hâfızanın, hâtıraların, duygu ve düşüncenin, maddî ve mânevî değerlerin, buluş ve keşiflerin ortak bir hazînesidir; fertleri birbirine bağlayan, yaklaştıran içtimâî akrabâlık bağıdır. Millî birliğin sarsılmadan devâm ettirilebilmesi için, "Türk Dili Değerleri"nin korunması gerekmektedir. Türk'ün kahramânlık ve civânmertliğini terennüm eden destânları, marşları, hikâyeleri, şiirleri, mânileri ve ninnileri dilimizin en müstesnâ vesîkalarıdır. Ancak iki sebepten dolayı bu kültür değerlerinin bugünkü nesille irtibâtı kesilmiştir. Bunlardan birincisi, sâdece ilmî bir tesbît olarak söyleyelim ki, yazı ve harf inkılâbıdır. İkincisi ise, uydurukça kelimelerle dilimizi yozlaştırma gayretleridir. Böylece ortaya, dedesinin mezâr taşı kitâbesini okuyup anlayamayacak bir nesil çıkmıştır. Türklerin, fethettikleri ülkelerde hâkimiyet kurarken, mevcut kültür konusundaki anlayış ve hoşgörüsünü, târih içinde hiçbir millet göstermemiştir. Türkler, diğer milletlerin dîn, dil, örf ve âdetlerine büyük bir müsâmaha göstermişler ve onların yok olmaması için çalışmışlardır. Avrupalılar bütün bu özellikleri dolayısıyla, 15 ve 16. asırlara "Türk asrı" demektedirler. Burada, sırası düşmüşken, kendi insanımızın dîni, dili, vatanı, coğrafyası, târihi, ilmi, irfânı, edebiyâtı, zevk ve güzel ahlâkına ağırlık verilmesini, bunları yeni nesillerimize, çocuklarımıza ve torunlarımıza aktarmak mecbûriyetinde olduğumuzu ifâde etmek istiyoruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.