Evliyânın büyüklerinden ve hadîs âlimi Dırâr bin Mürre (rahmetullahi teâlâ aleyh) çarşıdan bir şeyler alınca, onu kendisi taşırdı. Onu sevenler; "Verin biz taşıyalım" dediklerinde kabûl etmez, böyle eşyâsını gücü-kuvveti yerinde olduğu hâlde kendisi taşımayıp, başkasına taşıtmayı kibirlilik olarak görür, kibirlileri sevmediğini söylerdi. Evliyânın büyüklerinden ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi Abülkâdir Sıddîkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi Seyyid Muhammed bin Îsâ, içinden çıkılmaz bir mes'ele ile karşılaşınca, hocasına suâl ederdi. O da başını eğer, bir müddet düşündükten sonra; "Ümîd olunur ki bu suâlin cevâbı şöyledir" diyerek talebesinin kalbini rahatlatırdı. "Efendim! Madem ki bu suâlin cevâbı böyledir. O hâlde niçin kat'î, kesin olarak değil de, ümîd olunur ki diye tahmînli bir ifâde kullanıyorsunuz?" diye sorunca talebesine; "Çok biliyorum durumuna düşmemek, böbürlenmemek için böyle söylüyorum" cevâbını verdi. Mısır-İskenderiye'de medfûn bulunan evliyânın büyüklerinden Ebu'l-Abbâs-ı Mürsî (kuddise sirruh) de, kendisine bir şey sorulduğu zaman, hep "Hocam Ebu'l-Hasen-i Şâzilî hazretleri buyurdu ki" diyerek ondan nakil yapar, sebebini soranlara da "Edeben böyle yapıyorum" dermiş. Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Şu üç hâlde iken seni ölümün yakalamasından sakın! Kibir, hırs ve böbürlenme hâlleri. Çünkü Allahü teâlâ, kibirlenen kimseyi, en miskîn kimseden gelen bir zillete düşürmeden, gurûrlanan kimseyi aç ve susuz bırakmadan, yemek istediği bir şeyin boğazından geçmesine mâni olmadan, hırslı kimseyi de idrâr ve necâsetin içinde bırakmadan bu dünyâdan ayırmaz." Hindistan'da yetişen Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, bir gün talebeleriyle bir mecliste otururken, birçok esrârlı işlerde usta olan bir yogi içeriye girdi. Gâyesi, uzun süredir şöhretini duyduğu velînin mânevî gücünü tesbît ve test etmekti. Genc-i Şeker'i görür görmez kendini yerde bulan yogi, kalkmak istediyse de kalkamadı. Genc-i Şeker ona başını kaldırmasını söyledi, fakat yogi ne başını kaldırabildi, ne de konuşabildi. Genc-i Şeker şiddetle ısrâr edince, yogi büyük bir güçlükle başını kaldırdı ve titrek bir sesle; "Sizin heybetiniz beni o kadar etkiledi ki, konuşamıyorum" dedi. Bunun üzerine Genc-i Şeker orada bulunanlara hitâben; "Bu, kendi gücünün gurûru ile benim karşımda övünmeye gelmişti. Fakat Allahü teâlâ kibirlenmeyi aslâ sevmez. Kibrine tövbe etmemiş olsaydı, ölünceye kadar bu durumda kalırdı" buyurdu. Bu durumdan sonra, yogi ve adamları Müslümân olup Ferîdüddîn Genc-i Şeker'in talebelerinden oldular. Osmanlı âlim ve velîlerinden Seyyid Sıbğatullah Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında, şeyh Hâlid isminde büyük bir âlim vardı. Şark vilâyetinin adliye müfettişliğini yapardı. Tefsîr, hadîs ve fıkıh gibi zâhirî ilimlerde, İbn-i Hacer ve Seyyid Şerîf Cürcânî hazretleri kadar âlim olduğunu iddiâ ederdi. "Bütün din kitapları ortadan kalksa, bu ilimleri yeniden ihyâ ederim" derdi. İşte bu Şeyh Hâlid, Seyyid Sıbğatullah hazretlerinin ismini ve nâmını işitmiş, gidip görmeye niyet etmişti. Giderken de bâzı zor sorular hâzırlayıp sormayı ve onu müşkil durumda bırakmayı düşündü. Şeyh Hâlid geldiğinde, Seyyid Sıbğatullah onu yolda karşıladı, güzelce misâfir edip ağırladı. Sohbet esnâsında da Seyyid Sıbğatullah; "Bir kimse bir talebemize şöyle bir suâl sorsa, talebemiz o sorana şu şekilde cevâp verir diyerek, Şeyh Hâlid'in gelirken hâzırladığı bütün soruları teker teker, pek güzel cevâplandırdı. Son soruyu cevâplandırdığında, Hâlid; "Üstâdım! Beni affediniz, tövbe ettim" diyerek ellerine sarılıp öptü. Birkaç gün sonra müfettişlik gibi dünyâ makâmlarını terk ederek, Seyyid Sıbğatullah hazretlerinin huzûrunda diz çöktü. Pek çetin riyâzet ve mücâhedeler çekerek nefsini terbiye etmeye başladı. Nefsinin kötülüklerinden kurtulmak için nefsin istediklerini hiç yapmamaya, istemediklerini yapmaya başladı. Seyyid Sıbğatullah ata binerken, sırtıma basarak binsin diyerek koşar, önünde eğilirdi. Sıbğatullah hazretleri ise, onu bundan meneder, bir daha böyle yapmamasını tenbîh ederdi. Şeyh Hâlid, bu ihlâslı hareketleri ile pekçok teveccühlere kavuşarak, evliyâlıkta yüksek makâmlar sâhibi oldu.