Sözümüzün hemen başında belirtelim ki, bugün insanlık, mukaddes dînimiz İslâmiyet'e ne kadar muhtaçtır? Çünkü İslâmiyet, başkasına zarar vermek şöyle dursun, bir insanın kalbini kırmaktan bile çok şiddetle men etmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz; "Bir müminin kalbini kırmak, yetmiş defâ Kâbe'yi yıkmaktan daha şiddetlidir" buyurmuştur. İslâmiyet, İslâm devletinin vatandaşı olan gayr-i müslimlere de adâletle muâmeleyi emreder; onlara da zulüm ve haksızlığı yasaklar. Hattâ Sevgili Peygamberimiz; "Kim bir zimmîye (gayr-i müslim vatandaşa) zulmeder veya taşıyamayacağı yükü yüklerse; ben, o kimsenin hasmıyım" buyurur. İslâmî ilimlerden tasavvufun konusu da, insanları bu rûh olgunluğuna kavuşturmaktır. "Evliyâ" denilen, Allahü tealânın sevdiği kullar, insanları bu ve daha pek çok rûhî olgunluklara eriştirmek için çalışmışlardır. İşte meşhur tasavvuf şâiri Yûnus Emre de, hepimizin Allahü teâlânın kulu olduğumuzu, o hâlde birbirimizi sevmemiz ve hoş görmemiz lâzım geldiğini belirtir ve bunu şöyle ifâde eder: "Yaratılanı hoş gördük, Yaratan'dan ötürü" Hele nazargâh-ı İlâhî olan gönül yıkmaktan şiddetle sakındırır: "Bir kez gönül yıktınsa, bu kıldığın namaz değil, Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil." Peki, bu büyük sözleri söyleyen zât kimdir? Yûnus Emre kimdir? Hayâtı hakkında fazlaca mâlumât bulunmayan Yunus Emre, 13. yüzyılda yaşamış bir tasavvuf şâiridir. [Yûnus Emre'den başka bu ismi kullanan birkaç şâir daha görülmüştür. Bunlardan ikisi, "Âşık Yûnus" ve "Derviş Yûnus"tur. Bunların şiirleri de yanlışlıkla Yûnus Emre'ye mâl edilmiştir.] Şiirlerinden anlaşıldığına göre Yûnus Emre'nin, Bolulu olduğu, 1240 yıllarında doğduğu, 80 sene civârında yaşadığı, Eskişehir-Sarıköy'de (bugünkü ismi Yûnus Emre) vefât ettiği ve buraya defnedildiği anlaşılmaktadır. Onun kabrinin, Karaman gibi başka şehirlerde de olduğu rivâyet edilmektedir. Bilindiği üzere, bazı büyüklerin birden fazla yerde kabri vardır. Bu aslında, onları milletimizin nasıl sahiplendiğinin bir delîlidir. Kaynaklarda belirtildiğine göre, Yûnus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî hazretleri zamânında yaşamış, onunla sohbet etmiştir. Ama o, Taptuk Emre'nin talebesidir; otuz (30) seneden fazla onun hizmetinde bulunmuş ve ondan feyz almıştır. Hattâ bâzı kaynaklar, Taptuk Emre'nin kızını, Yûnus Emre'ye verdiğini, böylece hem talebesi, hem de dâmâdı olduğunu kaydederler. Bâzıları, Yûnus Emre'nin ümmî olduğunu, tahsil görmediğini iddiâ etmekteyse de, şiirlerinden Arapça, Farsça, İslâmî ilimler, İslâm târihi, kısaca zamânının bütün ilimlerini iyi bildiği anlaşılmaktadır. Yûnus Emre'nin şiirlerinde, günübirlik konulara hemen hemen hiç rastlanmaz; yanî geçim endişesi, âile sıkıntısı, evlât acısı, yakınlarının şahsî ve âilevî meselelerine hiç yer vermez. O, daha büyük meseleler üzerinde durur. Bunlar: Allahü teâlâya îmân ve yalvarma, İlâhî aşk ve mâverâ, dînî esâslar, varlık, yokluk, hayâtın gâyesi, ömrün geçişi, ölüm, kabir, vahdet-i vücut, dünyânın fânîliği, insanın yalnızlığı ve nasihatlar gibi insanlığa has önemli meselelerdir. Anadolu halkı tarafından Yûnus Emre çok sevilmiştir. Anadolu'da neredeyse, Yûnus Emre'nin Dîvânı'nın bulunmadığı, ilâhîlerinin okunmadığı bir ev yok gibidir. O, her bakımdan milletimizi birbirine bağlayan mânevî ibrişim olmuştur. Onda, toplumumuzun iç yapısındaki aynı duygular ve değer yargıları vardır. Aslında onu unutturmayan sebep budur. Yûnus Emre, şiirlerini arûzla ve daha çok hece vezniyle yazmıştır. Şiirleri açık, derin mânâlı, samimî ve heyecânlıdır... Makalemizin sonunda, sizlere Yûnus Emre'nin bir menkıbesini sunmak istiyoruz: O, Taptuk Emre'nin hizmetinde bulunurken, mânevî âleminde bir ilerleme olmadığını zannederek, üzüntüsünden dağlara, kırlara düştü. Bir gün, yolculuğunda iki kişiye rastgeldi. Onlarla arkadaş oldu. Her öğün bunlardan biri duâ eder, duâlarının bereketiyle bir sofra yemek gelirdi. Duâ sırası Yûnus Emre'ye geldi. O da duâ etti. "Kimin hürmetine?" Duâda: "Yâ Rabbî, benim yüzümü kara çıkarma. Arkadaşlarım kimin hürmetine duâ ettiyse, onun hürmetine duâmı kabul et!" dedi. Duâ bitince iki sofra yemek geldi. Arkadaşları, "Kimin yüzü suyu hürmetine duâ ettin?" diye sordular. Yûnus Emre; "Önce siz söyleyin" dedi. Arkadaşları da: "Biz, Taptuk Emre'nin kapısında hizmet eden Yûnus'un hürmetine diye duâ ettik!" dediler. Bunun üzerine Yûnus Emre durumunu anlayıp, tekrar Taptuk Emre'nin yanına döndü ve hizmetine devâm etti. Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği odunlar gerilmiş ip gibi düzgündü. Hocası; "Ey Yûnus, bu ne iştir? Hiç eğri odun görmedim" buyurunca; "Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz" cevâbını verdi.