Hidâyet yıldızları!..

A -
A +

Bugün, "Son sahâbe" Ebüt-tufeyl Âmir bin Vâsile'nin "radıyallahü anh" vefat yıl dönümüdür. Bu vesileyle Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimizin mübarek eshâbından bahsetmek istiyoruz bir nebze... Bildiğiniz gibi, Peygamber efendimizin arkadaşlarına; kadın veya erkek, çocuk veya büyük bir Müslüman, Resûlullah efendimizi çok az da olsa bir kere görürse, kör olan, bir kere konuşursa ve îmân ile vefât ederse buna "Sâhib" veyâ "Sahâbî" denir. Birkaç tânesine "Eshâb" veya "Sahâbe" denir. Peygamberlerden ve meleklerin üstünlerinden sonra, bütün yaratılmışların en üstünü, Eshâb-ı kirâmdır. Her birinin ismini hürmetle, saygı ile söylemeli ve "radıyallahü anh=Allah ondan râzı olsun" demelidir. Eshâb-ı kirâmın üstünlüğü ile ilgili, bir âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki: "Siz ümmetlerin hayırlısısınız." (Âl-i İmrân sûresi: 110) Resûlullah efendimiz, Eshâbından hiçbirinin sonradan kâfir olmayacağını, yani Müslümanlıktan çıkmayacağını, hepsinin Cennete gideceklerini haber verdi... Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyuruldu: "Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz." TEREDDÜTSÜZ "PEKİ" DERLERDİ O mübarek zatlar, Resulullah'a o kadar tâbi idiler ki her sözüne tereddütsüz "peki" derlerdi... Bir gün Eshâb-ı kirâmdan birine Cenâb-ı Peygamber "aleyhisselâtü vesselâm" ceza verdi. Dedi ki: "Onu hapsettim!" O sahâbi de yolda gidiyordu. Biri onu görünce dedi ki: "Arkadaş, hazret-i Peygamber biraz evvel senin için, 'Onu hapsettim' buyurdu." O mübarek zat bu sözü duyar duymaz: "Neee?" dedi. Bir ayağı arkada idi, öbür ayağının yanına getirmedi, âdeta mıhlandı oraya ve öylece kalakaldı... Aradan zaman geçti, Cenâb-ı Peygamber sordu: "O benim hapsettiğim nasıldır?" Orada bulunanlar "Efendim o sizin emrinizi yürürken aldı. Duyar duymaz arkadaki ayağını önde olan ayağının yanına bile getirmedi. Ayak öyle ayrı duruyor" dediler... İşte Eshâb-ı kirâm bu!.. Eshâb-ı kirâm, dînî hükümler husûsunda en mûteber otoritedir. Çünkü Kur'ân-ı kerîmi, Peygamberimizden öğrenip, kendilerinden sonrakilere öğretmişler ve açıklamışlardır. Peygamber efendimizin yaptıkları ve söyledikleri hakkında bilgiler, bunların bizzat görerek ve duyarak naklettikleri şeylere dayanır. İşte bunların bütün olarak naklettikleri hükümler, hadîs-i şerîflerin temelini teşkil etmiştir. İslâmiyette İcmâ-ı ümmet, yâni âlimlerin söz birliği, ancak Eshâbın zamânında tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleşmiştir. Ayrıca Eshâbın her biri, dinde sözü senet, vesîka olan müctehid âlimlerdendir. Sonra gelen müctehidlerden üstündür. Mekke fethinde on bin, Tebük Gazâsında yetmiş bin, Vedâ Haccında doksan bin ve Resûlullah vefât ettiği zaman yeryüzünde yüz yirmi dört binden fazla sahâbi vardı. Peygamberimizin vefâtından sonra, Dört Halîfe devrinde de Eshâb-ı kirâm, İslâm dînini yaymak, cihâd etmek husûsunda sözlerine sâdık kaldılar. Sözlerinden dönmediler. Hepsi ittifak hâlinde, yerlerini, yurtlarını terk ile Arabistan'dan çıkıp, her tarafa yayıldılar. Gidenlerin çoğu, geri dönmeyip, gittikleri yerlerde vefat edinceye kadar cihâd etti ve İslâm dînini yaydılar. Böylece az vakitte çok memleket alındı. Fethedilen yerlerde İslâmiyet hızla yayıldı... "Son sahâbe" Ebüt-tufeyl Âmir bin Vâsile "radıyallahü anh" en son vefat eden sahâbedir. Kinâne kabilesinin şâirlerinden ve ileri gelenlerindendir. Uhud Savaşının olduğu sene dünyâya geldi. Küçük yaşta Resûlullah efendimizi gördü. Peygamber efendimizin vefâtından sonra Kûfe'ye gitti. Devamlı Hazreti Ali'nin sohbetlerinde bulunurdu. O'nun bazı savaşlarında bayrağını taşıdı. Hazreti Ali şehîd edilince Mekke'ye döndü. Hazreti Muâviye O'na iltifat edici, nâzik bir mektûb gönderdi. Şam'a gitti. Sonra Muhtar es-Sekafî ile beraber, Hazreti Hüseyin'in şehîd edilmesinden dolayı Emevîlere karşı çıktı. Muhtar es-Sekafî öldürülünce bir kenara çekildi. Emevi halifelerinden Ömer bin Abdülazîz zamanına kadar yaşadı. Güzel, edebî şiirler söylerdi. Hayâtının son zamanlarına doğru; "Bugün yeryüzünde benden başka Resûlullahı gören hiçbir kimse yoktur" demiştir. Mekke'de, hicretin yüzüncü yılında bir düğünde, oğlunun vefâtı hakkında söylemiş olduğu bir kasîde okunurken çok üzülen bu mübarek zat, aynı sene orada vefât etti. Allahü teala şefaatine nail eylesin...