"İnsan, ihtiyaçsız olunca azar!.."

A -
A +

Refah seviyesinin yüksek olması, herkesin arzu ettiği bir durumdur. İnsanoğlu hep, malının mülkünün çok olması, yani zenginlik hayali ile yaşar. İnsanın, topluma hizmet edebilmesi için tabii ki zenginlik çok faydalıdır. Ancak, kontrol kaçırıldığında faydalı olduğu kadar zararlı da olabiliyor. Nice insanları hatta devletleri, milletleri, medeniyetleri yok edip bitiren de bu refah seviyesinin yüksekliği olmuştur... İnsan her istediğini ele geçirince, şevk kalmıyor; rehavet, gevşeklik başlıyor. Bu da çöküşün başlangıcı oluyor... Zenginliğin verdiği ihtiyaçsızlık insanı azdırıyor. İdealleri yok ediyor, yanlış yollara isyana, kibre gurura sevk ediyor. Kendisinden başkasını düşünemez hale getiriyor. İnançları da sarsıyor; insan kural tanımaz hale geliyor ve nimete nankörlüğe sürükleniyor. İhtiyaçsızlıkla birlikte tatminsizlik başlıyor. İçki, uyuşturucu; her türlü akıl almaz aşırılıklar baş gösteriyor. Kur'ân-ı kerimde, "İnsan, ihtiyaçsız olunca, elbette azar!" (Alak/6-7) buyurulmuştur. TARİHTE ÖRNEKLERİ ÇOK Tarihte bunun örnekleri çoktur. Kur'an-ı kerimde de bununla ilgili "Kârun Kıssası" vardır. Zamanımızda zenginliğin azgın sularına kendini kaptırmış kimseler için çok ibretli bir kıssadır bu... Kârun, Mûsâ aleyhisselâmın akrabâsı idi. Önceleri fakir ve güzel huylu idi. Mûsâ aleyhisselâm, buna duâ etti ve kendisine kimya ilmini öğretti. Mûsâ aleyhisselâma îmân ettikten sonra, kendisini tamamen ilme ve ibâdete verdi. Hazret-i Mûsâ ve hazret-i Hârûn'dan sonra İsrâiloğullarının en bilgilisi idi. Yüz güzelliği fevkalâdeydi. Bunun için kendisine "Nûr Yüzlü" derlerdi. Ancak şeytan Kârun'u dünya malına karşı teşvîk etti. Kârun bildiği kimya ilmini de kullanarak, kısa zamanda zengin oldu. O kadar çok zengin oldu ki, sadece, hazînelerinin anahtarlarını, kırk katır taşırdı... Kârun zengin olunca, eski güzel huyu da kalmadı. Zulüm ve haksızlık yapmaya başladı. Hattâ, kendisine ilim öğreten Mûsâ aleyhisselâma bile karşı gelip, O'nun çalışmalarına engel olmaya, O'nun hakkında dedikodu yapmaya, mu'cizelerine sihir demeye başladı. Mûsâ aleyhisselâm, kendisine nasîhat ederek, bundan vazgeçmesini istedi... Daha sonra, mü'minlere zekât farz edilince, hazreti Mûsâ, Kârun'a ne oranda zekât vereceğini bildirdi. Fakat o nasipsiz, emredilen miktarı çok fazla gördü. Bunu vermek nefsine ağır geldi. Taraftarlarına, "Mûsâ'nın her istediğini yerine getirdiniz. Fakat, şimdi görüyorsunuz ki, kendine mal toplamak istiyor. Buna da mı itaat edeceksiniz?" diyerek, Allahü tealanın zakat emrini kabul etmedi ve kendini helake sürükledi... Kur'ân-ı kerîmde, Kârun'dan şöyle bahsedilmektedir: "Kârun Mûsâ'nın kavmindendi. Fakat o, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona, anahtarlarını taşımakta bile, güçlü kuvvetli bir cemâate ağır gelen hazîneler verdik. O vakit kavmi ona şöyle dediler: Dünya malı ile şımarma! Çünkü Allahü teâlâ dünya malı ile şımaranları sevmez." (Kasas-76) Yer, Kârun'u yuttu! Kârun, Mûsâ aleyhisselâm ne derse inkâr ediyor ve onu herkesin önünde küçük düşürmek istiyordu. Etrafındakilere akıl danıştı. Yaltakçıları; "Sen bizim büyüğümüzsün, nasıl istersen öyle yaparız" deyince, onlara; "Filân yerde fâhişe bir kadın var, onu buraya getirin!" dedi... İstediği kadın getirildi. Ona, bin altın vererek; "Yarın halkın huzûrunda, Mûsâ benimle zinâ etti" diyeceksin, diye tembihledi. Kadın da kabul etti... Ertesi gün, halk toplandı. Merakla neticeyi bekliyorlardı. Kadına; "Kârun, Mûsâ'nın seninle zinâ ettiğini söylüyor. Bu doğru mu?" diye sordular. Kadın, herkesin önünde; "Hayır Kârun yalan söylüyor. Benimle zinâ yapan kendisidir. Bunu söylememem için çok altın verdi" dedi. Bu sözleri işiten Kârun şaşırdı. Ne yapacağını bilemedi. Mûsâ aleyhisselâm, secdeye kapanıp: "Yâ Rabbî, artık bunun cezâsını ver!" diye niyâzda bulundu. Sonra kavmine dönüp, "Ey kavmim! Allahü teâlâ beni, Firavun'a karşı gönderdiği gibi, Kârun'a karşı da gönderdi. O artık açıkça Allahü teâlâya karşı gelmektedir. Herkes yerini alsın. İsteyen onun yanında, isteyen benim yanımda kalsın" buyurdu. İki kişi hâriç, herkes ondan ayrılıp Mûsâ aleyhisselâma tâbi oldular. Yer, Kârun'u bütün servetiyle birlikte yuttu...