Takvimlere göre bugün, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi aleyh) hazretlerinin Konya'ya gelişi kutlanıyor... Biz de bu vesileyle, o mübarek zattan bahsederek köşemizi ziynetlendirmek istedik...
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerindendir. Asıl adı Muhammed'dir. Lakabı "Celâleddîn" olup, "Mevlânâ" diye meşhûr olmuştur. Mevlânâ, "Efendimiz" demektir. Soyundan gelenlere "Çelebi" denmektedir. Babası Sultân-ül-ulemâ Muhammed Behâeddîn Veled, annesi Mü'mine Hâtun'dur. Soyu baba tarafından hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'a, anne tarafından İbrâhim Edhem hazretlerine ulaşmaktadır. 1207 (H.604) senesinde Belh şehrinde doğdu. 1273 (H. 672) senesinde Konya'da vefât etti...
"GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL!.."
Hazreti Mevlânâ, Konya'da binlerce talebeye ilim öğretti. İlim ve irfan kaynağı olup, pekçok talebe yetiştirdi... O, her şeyden önce olgun, âlim ve bir velîdir. Onun, başkalarını, doğudan ve batıdan çeşitli din, mezhep, meşrep sâhibi kimseleri kendisine hayran bırakan merhâmeti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları, mensub olduğu İslâm dîninin yüksek ahlâk telakkîsinden bâzı numûnelerdir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, tasavvuf deryâsına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, teşbihleri, sözleri ve nasîhatleri bu deryâdan saçılan hikmet damlalarıdır... Onun Mesnevî'sinde geçen "Ney" kelimesi bâzı edebiyâtçılar tarafından çalgı âleti olan ney şeklinde düşünüldüğü için yanlış olarak kendisinin ney çaldığı veya dinlediği sanılmıştır. Hâlbuki Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları sonra gelenler uydurdu!..
Buyurdu ki:
"Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin gittiği Ehl-i sünnet yolundan yürüyüp, bu yolu ihyâ etmeli. Allahü teâlânın sevdiği ameller, ibadetler ile, helâl yollardan çoluk-çocuğunun ihtiyaçlarını kazanarak, râzı olunan kullar zümresine dâhil olmalı. Hep helâli istemelidir. Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz hep helâl olmalı. Her hareketimizi Peygamber efendimizin hâl ve hareketlerine uydurmalıyız. Herkes, bir sanata sahip olmalı ve din ilimlerini iyi öğrenmelidir. Bunu özellikle istiyorum. Bizim yolumuzda olanlara, kıyamet günü yardımcı olur, yüzlerinin ak olmasına çalışırız. Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i sünnet yoluna muhalefet edenler, kıyamet günü bizi göremez."
"Cömertlikte akarsu gibi ol. Şefkatte güneş gibi ol. Kusur örtmekte gece gibi ol. Öfkede ölü gibi ol. Tevazuda toprak gibi ol. Müsamahada deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!"
Yanmayan hırka!
Bir gün kırk papaz demişler ki: "Çok zor sorular hazırlayalım, bu evliya denen Mevlânâ'yı yolun ortasında sıkıştıralım, onu mahcup edelim..." O mübarek de onların gelişinden bunu anlamış tabii. Evinden çıkmış ve öyle bir yer ayarlamış ki, fırının önünde buluşmuşlar... Papazlar demiş ki:
-Ey Mevlânâ! Sana soru sormaya geldik. Hazreti Mevlânâ da;
-Ben de size cevap vermek için buraya kadar geldim. Haydi ne soracaksanız sorun! diyor.
-Sizin Peygamberiniz (Müminler de Cehennemden geçecek!.. Müşrikler zaten Cehennemde yanacak, ama müminler Cehennemden geçtiği halde hiç yanmayacaklar!) diyor. Bu olur mu, ateş insanı ayırmaz ki!
Hazreti Mevlânâ onlara diyor ki:
-Herkes gömleğini çıkarsın, ben de çıkarıyorum.
Soymuş onları ve kendi hırkasını yere sermiş mübarek, onların kırkının gömleklerini içine doldurmuş. Güzelce de ağzını bağlamış. Fırıncıya "Kapağı aç!" demiş. Almış bohçayı, fırlatmış içeriye. "Şimdi kapağı kapat..." demiş görevliye. Bir müddet sonra da "Aç kapağı çıkar" diyor... Kapağı açıyorlar, Mevlânâ hazretlerinin hırkası serin, ısınmamış bile, tutması kolay. Çıkarıyorlar, mübarek kendi hırkasını çözdükten sonra bir de bakıyor ki, papazların bütün gömlekleri yanmış, kül olmuş...
Papazlar bu duruma şahit olunca ne yapmışlar dersiniz? İnsaflı olduklarından, o anda kırkı da Kelime-i şehadeti getirerek Müslüman olmuş...