"Makam, mal mülk aslını unutturmasın!"

A -
A +

Bu hafta, "Kıssadan hisse" olması babında, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin "Mesnevî"sinden ibretli bir hikâyeyi naklediyoruz efendim...

Sultan Mahmud-u Gaznevî, bir av seferinde, mert ve cesur bir köy delikanlısı olan Ayaz'la tanışır. Ayaz, hâl ve hareketleriyle çok memnun eder kendisini ve onu alıp saraya getirir.
Saray elbiselerini giyince, Ayaz'ın ilk işi; köyden getirdiği çarığını ve abasını, bahçede kuytu bir yerde, küçük bir kulübe yaptırıp, asmak olur.
Kısa zamanda saraya uyum sağlar Ayaz. Konuşmaları, teklifleri ile Sultanın sohbet arkadaşı olur. Sonra, üçüncü vezirlik, ikinci vezirlik derken birinci vezirliğe kadar yükselir...

HASETÇİLER İŞBAŞINDA!..
Ayaz'ın kısa zamanda birinci vezirliğe yükselmesini kıskanan hasetçiler, Sultanın huzuruna çıkarak derler ki:
- Ayaz her gün kulübesine girip çıkıyor. Kapısını da iyice kilitliyor. Buraya kıymetli mücevherler, altınlar dolduruyor. Devletin hazinesinden çaldıklarını, orada kendisi için biriktiriyor...
Sultan Mahmud, onlara der ki:
- Madem öyle düşünüyorsunuz, bu geceden tezi yok, kulübesinin kapısını kırıp, içeri girin! İçeride ne kadar altın, mücevher bulursanız sizin olsun!
Hasetçiler, gece yarısı, hücum ederler kulübeye. Fakat büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü, ortalıkta hiçbir şey göremezler. İçeride sadece, duvarda bir aba (kepenek) ile bir çarığın asılı olduğunu görürler. Bu sırada, içlerinden birisi atılır hemen:
- Bunlar perdedir. Aldatmacadır. Çaldıklarını mutlaka gömmüştür. Hemen yeri kazalım.
Derhal kazma-kürek getirilir. Kulübenin tabanını, büyük bir heyecan içinde kazmaya başlarlar. Altın, mücevher bulma ümidiyle, her tarafı delik deşik ederler. Fakat aradan saatler geçmesine rağmen, ortada hiçbir şey görülmez. Zaman geçtikçe, ümitleri de azalmaya başlar. Nihayet bir şey bulamayacaklarını anlayınca, büyük bir üzüntü ile kazdıkları çukurları doldururlar. Sabah olunca da, mahcubiyet içinde Sultan'ın huzuruna çıkarlar. Sultan Mahmud onlara sorar: 
- Bulduğunuz altınları nereye sakladınız? Altınları alıp da, bu kadar üzülmeniz niye?
Sultanın kinayeli konuştuğunu anlarlar hasetçiler;          
- Biz kabahatimizi biliyoruz. Pişman olduk. Bize ne ceza verseniz yeridir. Çünkü biz bunu hak ettik, derler.
Bunun üzerine Sultan, Ayaz'ı çağırtıp, durumu anlattıktan sonra der ki: 
- Hükmü sana bırakıyorum. Bunlara istediğin cezayı verebilirsin!
Onun asaleti, mütevazılığı bunu fırsat bilip, kendisini intikam almaya sevk etmez ve;
- Sultanım, kabahat benimdir. Bunların affını istiyorum. Eğer ben kulübenin kapısına kilit takmasaydım, oraya gizli gizli girmeseydim, bunlar şüphelenmeyecekler ve kötü zanda bulunmayacaklardı.
- Ey Ayaz! Peki oraya her gün girip çıkmanın sebebi neydi?
- Sultanım! Biliyorsunuz benim aslım bellidir. Sayenizde, rüyamda bile göremeyeceğim birçok rütbeye, nimetlere kavuştum. Bunlara dalıp, aslımı unuturum, kibir ve gurura kapılırım diye, köyden geldiğimde üzerimde bulunan, abamı ve çarıklarımı duvara asmıştım. Kulübeye her girişimde, onlara bakıp, kendi kendime; "Ey Ayaz! Senin aslın bu, sakın kibre kapılma... Makam, mal mülk sana aslını unutturmasın!" diyorum...

"İşte bu sağlam!"
Mahmud-u Gaznevî Hindistan'ın tamamını fethedince Çin ile sınır komşusu olmuş. Çin hükümdarı;
"Bana saldırma! Sana bir bilmece soracağım, eğer bunu bilirsen senin emrindeyiz!" diyerek som altından üç tane insan heykeli göndermiş: 
"Bunlardan ikisi sahte, birisi sağlam. Sağlam olanını bilirsen, tamam" demiş. Mahmud-u Gaznevî, "peki" demiş. Bakmış, heykeller tıpatıp birbirinin aynısı. Başveziri Ayaz'ı çağırtmış. Ayaz gelmiş ve bakmış, bakmış, ince bir tel bulmuş, heykellerden birinin kulağından sokmuş. Tel, ağzından çıkmış. "Bu yaramaz, gıybet ediyor" demiş. İkinciyi getirmişler. Kulağına teli sokmuş, öbür kulağından çıkmış. "Bu, dengesiz, anlayışı kıt, demiş. Bir kulağından giriyor, diğerinden çıkıyor, bir şey kalmıyor." Diğerini almış, teli yine kulağına sokmuş. Tel doğruca kalbe gitmiş. "İşte bu  sağlam, demiş. Bu gıybet etmiyor, duyduklarını söylemiyor." 
Mahmud-u Gaznevî, o sağlam heykeli Çin hükümdarına göndererek şöyle demiş: "Biz senin bilmeceni çözdük, sen de bize verdiğin sözü tut!.."