"Mi'râcınız mübârek olsun!"

A -
A +

Mekke ahâlîsî îmân etmiyor, Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceye başlamış, işi azdırmışlardı. Resûlullah çok üzüldü. Hicretten bir yıl önce, elliiki yaşında idi. Zeyd bin Hârise'yi alarak Tâif'e gitti. Tâif halkına bir ay nasîhat eyledi. Hiç kimse îman etmedi. Ümîdsiz, üzüntülü, yorgun geri dönerken, mübârek bacakları yaralandı. Hazret-i Zeyd'in başı kan içinde kaldı. Çok sıcak bir saatte, yol kenarında, bitkin hâlde oturdular. Bir, müddet istirahat edip, yaralarını, kanlarını sildiler. Mekke'ye yürüdüler... Karanlıkta şehre girdiler. Bir kaç ay, Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Her taraf düşman idi. Gidecek bir yer yoktu. Doğruca amcası Ebû Talib'in kızı Ümm-i Hâni'nin Ebû Tâlib Mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hânî, o zaman îman etmemişti. Kapı çalınınca sordu: - Kimsiniz? - Amcan oğlu Muhammedim. Kabûl edersen, misâfir geldim. - Senin gibi doğru sözlü, emîn, asîl, şerefli misâfire can fedâ olsun. Yalnız teşrîf edeceğinizi önceden bildirseydiniz, birşeyler hazırladım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok. - Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir. Ümm-i Hânî, Resûlullahı içeri alıp, bir hasır, leğen, ibrik verdi... "Git! Habîbimi getir!" Resûlullah o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmaya af dilemeye, kulların îmâna gelmesi, saâdete kavuşmaları için duâya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi. O ânda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâma: - Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübârek bedenini, nâzik kalbini çok incittim. Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habîbimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. O'na ve O'nu sevenlere hazırladığım ni'metleri görsün. O'na inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile O'nun incitenlere hazırladığım azâbları görsün. O'nu ben teselli edeceğim. O'nun nâzik kalbinin yaralarını ben gidereceğim, buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm dedi ki: - Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın sevgilisi! Ey Peygamberlerin efendisi, iyilikler menba'ı, üstünlükler kaynağı olan şerefli Peygamber! Rabbin sana selâm ediyor. Hiçbir peygambere, hiçbir mahlûkuna vermediği ni'meti sana ihsân ediyor. Seni kendine da'vet ediyor. Lütfen kalk. Buyur, gidelim. Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs'te, Mescid-i Aksâ'ya geldiler. Cebrâil aleyhisselâm kayayı parmağı ile deldi. Burak'ı oraya bağladı. Geçmiş peygamberlerden ba'zısının rûhları insan şeklinde orada idi. Cemâ'at ile namaz için Âdem, Nûh, İbrâhîm peygamberlere, imam olmalarını sıra ile söyledi. Hiçbiri kabûl etmedi. Özür dilediler. Cebrâil aleyhisselâm, Habîbullahı ileri sürdü: - Sen varken, başkası imâm olamaz, dedi. Namazdan sonra, mescidden çıkıp bilinmeyen bir mi'râc ile, bir ânda, yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte bir büyük peygamberi gördü. Cebrâil aleyhisselâm Sidre'de kaldı. - Kıl kadar ilerlersem, yanar, yok olurum, dedi. Sidret-ül müntehâ, altıncı gökte bulunan büyük bir ağaçtır. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp, Refret adındaki bir Cennet yaygısı üstünde olarak Kürsî, Arş ve Rûh âlemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü. Gözsüz, kulaksız, vâsıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. Hiçbir mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı ni'metlere kavuşup, bir anda, Kudüs'e ve oradan Mekke-i mükerremeye, Ümm-i Hânî'nin evine geldi... Sabah olunca, Kâ'be yanına gidip mi'râcını anlattı. İşiten kâfirler alay etti. - Muhammed aklını kaçırmış, iyice sapıtmış, dediler. Müslüman olmağa niyyeti olanlar da vazgeçti. Birkaçı sevinerek Ebû Bekir'in evine geldi. Çünkü, onun akıllı, tecrübeli, hesâplı bir tüccâr olduğunu biliyorlardı. Kapıya çıkınca hemen sordular: - Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs'e gittin geldin. İyi bilirsin. Mekke'den Kudüs'e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer? dediler. - İyi biliyorum. Bir aydan fazla, dedi. Kâfirler bu söze sevindi. "Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur" dediler. Gülerek, alay ederek ve hazret-i Ebû Bekir'in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek: - Senin efendin, Kudüs'e bir gecede gidip geldiğini söylüyor. Artık iyice sapıttı, diyerek, Ebû Bekir'e sevgi, saygı gösterdiler. "O söyledi ise, inandım!" Hazret-i Ebû Bekir, Resûlullahın mübarek adını işitince: - Eğer O söyledi ise, inandım. Bir ânda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi. Hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle: - Yâ Resûlallah! Mi'râcınız mübârek olsun! dedi. Resûlullah, bu gün Ebû Bekr'e (Sıddîk) dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi. Mi'râc Kandiliniz mübârek olsun efendim...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.