Nizâm ve intizâm doğruluk iledir...

A -
A +

Geçen hafta yalan ve yalancılık üzerinde durmuştuk. Bu hafta da doğruluk ve doğruluğun faziletinden bahsetmek istiyoruz efendim... Dil, iyi kullanıldığı zaman saâdete, kötü kullanıldığı zaman felâkete götürür. Lokman Hakîm hazretlerine, "Sen bu makama nasıl yükseldin?" diye sorduklarında, "Doğru konuşup, emânete riayet etmekle ve faydasız sözü terk etmekle" buyurdu... Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyi, güzel ve fazîletlidir. Peygamber aleyhisselâma olgunluğun alâmeti sorulduğunda, (Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmaktır) buyurdu. Sadâkat (doğruluk) hakkında İslâm âlimleri buyuruyorlar ki: HAK, SADÂKAT VE ADÂLET "En güzel amel doğruluk, en çirkini de yalancılıktır." "Dünyada doğru insan görmedim diyen kimse, eğer kendisi doğru olsaydı, doğru olanları bulurdu." "İslâm dini, üç temel üzerindedir. Bunlar; hak, sadâkat ve adâlettir." "Bir insanda üç şey bulunduğu vakit, onun sâlih bir insan olduğu anlaşılır. Bunlar, nefsani arzulardan uzak olmak, Allah rızâsı için doğruluk, helâl ve temiz yemektir." "Günâhların içinde bocalayan kimsenin doğruluğu bulması çok zordur." Her şeyin başı doğruluktur. Her işin nizâm ve intizâmı doğruluk iledir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Şüphelendiğin bir şeyden uzaklaş! Şüphe vermeyene sarıl! Doğruluk, sükûn ve huzurdur.) (Doğru olunuz, doğruluk gerçeği, gerçek de Cennet yolunu gösterir. Bir kimse doğruluktan ayrılmaz, doğruluğu düstur edinirse, Allah indinde o kimse sıddîklardan olur.) Tam sâdık, tam doğru, yâni sıddîk olabilmenin şartları vardır: Doğru sözlü olmalıdır: Zarûret olmadıkça târizli ve imâlı konuşmamalıdır. Doğruluk için niyette ihlâs şarttır: Şayet davranışlarda nefsin arzuları karışırsa, bu niyetten ihlâs kalkar. Bu kimse yalancı olur. Azminde doğru olmalıdır: Meselâ, "Allah bana şu malı verirse veya şu makama geçersem, şu hizmeti yaparım" diyen kimse, o mala veya o makama sâhip olunca, zaruretsiz sözünde durmazsa, azminde doğru değildir. Verdiği sözde durmalıdır: Hazret-i Enes bin Mâlik anlatır: "Amcam Nadr'ın oğlu Enes, Bedir Savaşında Resûl-i Ekrem'in yanında savaşa katılamadığına çok üzüldü. Kendi kendine, 'Eğer Allahü teâlâ, beni bir savaşa kavuşturursa, bütün gücümle savaşacağım' diye karar verdi. Ertesi yıl Uhud Savaşına katıldı. Sa'd bin Muaz kendisini gördü ve 'Ne o, nereye gidiyorsun?' diye sorduğunda, 'Uhud Dağının ardında Cennetin kokusunu aldım. Cennete gidiyorum' dedi. Öyle çarpıştı ki, şehîd olduğunda vücudunda seksen küsûr yara bulundu. Hemşiresi, 'Kendisinde tanınacak bir hâl kalmamıştı. Ancak elbisesinden onu tanıyabildim' dedi..." Doğru iş yapmalıdır: İçi ile dışının bir olması adâlettir. İçinin dışından iyi olması fazilettir. İçi dışına uymayan insana doğru denmez. Bütün işlerde doğru olmalıdır: Nitekim hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Bir mü'minin kalbi doğru olmayınca, îmânı doğru olmaz. Dili doğru olmayınca da kalbi doğru olmaz.) Mevlânâ hazretleri Mesnevî'de buyuruyor ki: "Doğruluk ve yanıp yıkılmışlık velîlerin âdetidir..." "İKİMİZ DE KURTULDUK" Hasan-ı Basrî hazretleri bir gün, kendisine zulmetmek isteyenlerden kaçıp, Habib-i Acemî hazretlerinin evine saklandı. Zâlimin zulmünden kurtulmak için yalan söylemek câiz olduğundan, "Soran olursa yok dersin" dedi. Biraz sonra peşindeki adamlar gelip sordular: "Aradığınız adam içeride" diye cevap verdi. Adamlar içeriyi iyice aradılar. Bulamayınca, Habib-i Acemî hazretlerine, "Seni yalancı, seni..." diye homurdanarak oradan ayrıldılar. Hasan-ı Basrî hazretleri, "Senin yaptığın uygun muydu?" diye sordu. Habib-i Acemî hazretleri, "Doğru söylemenin bereketiyle ikimiz de kurtulduk" diye cevap verdi...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.