Osmanlı'da hoşgörü ve adalet

A -
A +

Dün, İstanbul'un fethinin 559. yıl dönümüydü... Bütün Müslümanlar için mukaddes bir ideal, yüce bir gaye olmuştu İstanbul'un fethi... Önce Araplar, sonra da Türkler, İstanbul surları önünde şehadet mertebesine kavuştular bu ulvi gaye uğruna... Peki, bütün bu gayretlerin, şehadetlerin sebebi neydi? Elbette ki Peygamber efendimizin, şu müjdesiydi: "Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerlerdir." Osman Gazi'nin ölüm döşeğinde, oğlu Orhan Gazi'ye; "İstanbul'u al gülzar et!" diyerek vasiyette bulunması, İstanbul'un gönlünde nasıl yer ettiğini göstermeye kafidir... *** "Fetih"i anlatmak bir makaleye sığmaz elbette. Biz bugün; ne genç padişahın, dâhice planlarından, ne muhteşem kuşatmadan ve ne de onun gemileri karadan yürütmesinden bahsedeceğiz! Biz bugün, fetih sabahı yaşananları; İslam ahlakıyla ahlaklanmış bir ordunun ve onun başındaki adil hükümdarın gittiği yerlere nasıl bir adalet götürdüğünden bahsedeceğiz... FETİH SABAHI... Yıl 1453... Mayısın 29'u... Bizans'ı tarihe gömen ve henüz 21 yaşındaki genç Padişah Fatih Sultan Mehmed Han; yanında Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi meşhur velî ve âlimlerle birlikte Topkapı'dan İstanbul'a girdi... Öğleye doğru kıratının üstünde, muhteşem bir alayla Ayasofya'ya doğru ilerledi. Bizanslıların alkış ve tezâhürâtı; Türk askerlerinin dört bir taraftan göklere yükselen tekbir sesleri arasında Ayasofya önüne geldi. İçerisi kadın-erkek Rumlarla doluydu. Bizanslıların hüngür hüngür ağlamalarından hâsıl olan gürültüyü susturarak sükûtu sağlayan Fâtih Sultan Mehmed Han, Ayasofya'da şükür namazı kıldı ve yerlere kapanan ahâli, râhip ve eski Ortodoks Patriğine karşı şöyle hitap etti: "Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, sana ve bütün ahâliye söylüyorum ki, bugünden îtibâren ne hayâtınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazabımdan korkmayınız!.." Padişah, daha sonra Ayasofya'nın içini gezerek bu mâbedin Cumâ gününe kadar câmi hâline getirilmesini emretti. Emri yerine getirilen Sultan, cumâ günü maiyeti ile Ayasofya'ya geldi ve ilk Cumâ namazını kıldı... Fâtih Sultan Mehmed Han, Ayasofya'yı câmiye çevirdikten sonra Ortodokslara dînî hayatta serbest olduklarını bir fermanla bildirdi... Bugün bile uygulanması mümkün görülmeyen bu büyük toleransı gösteren Fâtih, insanlığın en yüksek mertebesine erişmiş hârikulâde bir şahsiyet olarak tarihteki yerini almış oldu... Papazların yalanı!.. "Müjdelenmiş Ordu"nun askerleri, İstanbul surlarından, coşkun bir sel gibi akıyordu. Bizans halkı ise, ölüm korkusu ile Ayasofya'da toplanmışlar ve gaipten bir kurtarıcı bekliyorlardı! Zira yıllardır, Papazları onlara, "Türkler Ayasofya'ya kadar geldiklerinde, gökten bir melek inecek ve yanında getirdiği kılıcı, Bizanslı bir cengaverin eline verecek. Cengaver, Türkleri bu kılıçla öldürecek" demişlerdi. Halk bu yalana kanmış ve savaşı bırakıp Ayasofya'da tir tir titreyerek, ağlaşarak "kurtarıcı meleği" bekliyorlardı!.. Fatih Sultan Mehmet Han, Ayasofya'ya gelip, bunlara, "Korkmayınız size hiç zarar verilmeyecektir. Herkes inanç ve ticaretinde serbesttir" deyince, Bizanslılar Fatih'in ayaklarına kapandılar... Koca Sultan, bu insanlara, din büyüklerinin nerede olduğunu sordu. Onlar da Patrik Gennadios'un, bir manastırda hapiste olduğunu bildirdiler. Sultan emredip, Gennadios'u getirtti. Ve huzuruna çıkarılınca, "Bundan böyle Ortodoksların Patriği sensin. Bunların din işleriyle meşgul olacaksın" diyerek eline "Patriklik işareti" olan bir de "Asa" verdi. Ona vezirlere eş bir makam ile, Hazine'den yüksek maaş bağladı...