Prof. Aziz Akgül ile birlikte Keçiören Hastanesi'ne gittik. Sağlık sektörünün yüzakı bir tesis. "Önce insan" diyor, "sağlık" diyor. Rahmetli Özal ile gittiğimiz Houston'daki hastanelerle örtüşen çok yanı var. İddialı. Üstelik varoşlarda inşa edilmiş. Tek kuruş devlet desteği olmamış, öz kaynakla ortaya çıkmış. Aynı zamanda "otel-hastane" Batıdaki gibi. Her türlü ameliyat gerçekleştiriliyor. Burada profesörler bile 15 Milyon'a muayene ediyor. Yani devletten üçte bir ucuz. Ameliyatlar da öyle. Dr. Albay Ramazan Aydın'ı Hava Hastanesi'nden tanırım. Baştabipti. Emekli olunca, ülkeye böyle bir tesis kazandırdı. İstirahat köşesine çekilmedi. İnsanına, ülkesine faydalı olmayı sürdürdü. Vali Yahya Gür, Sağlık Bakanı Osman Durmuş onca davete rağmen bir kere olsun gitmemişler. - Ekonomik kriz hasta profilinizi değiştirdi mi? - İster istemez. Suisit (intihar) girişimleri arttı maalesef. Böyle vakalar çoğaldı. - Avrupai bir hastane ve gereği; insanları korkutur, hep altından kalkamayacaklarını, masraflarını üstlenemeyeceklerini düşünürler. - Öyle değil, biz insan için varız. Bölge gecekondu, sabit gelirli. Hepsi gelir. Ama çok sayıda yabancı büyükelçiliklerle de anlaşmalarımız mevcut. Onlar da gelir. Avrupa'da çalışıp emekli olan işçilerimiz de öyle. Sözkonusu ülkelerle anlaşmamız var. Türkiye'de olduklarında muhatapları biziz. Böylece ciddi bir döviz girdisi sağlıyoruz ülkeye. - Peki neden aristokrat bir muhitte değil de, böyle mütevazı bir semtte? - Doğu ve güneydoğulu zenginler yatırımlarını bölgelerine yapsalardı, memleketleri bayındır olurdu. İstanbul'a falan yaptılar. Biz bunu görünce imkanımızı sabit gelirliler için kullandık. Ama en ileri teknolojiyle. Bundan da mutluluk duyuyoruz. - Uygulanan sağlık politikası veya politikasızlığı etkili mi? - Elbette. Mesela Almanya'da bir sektörden iki işçi çıksa, hemen ilgililer oraya geliyor, nedenine bakıyor, kuruluşa yardım şartlarını araştırıyorlar. İki tarafı da mağdur etmek istemiyorlar. Benim yeğenlerim Almanya'da işveren. 25 kadar da yanlarında Alman çalışıyor. Alman mahalli yönetimi arada bir gelerek böyle bir imkan tanıdıkları için teşekkür ediyor. Bizde tam tersi. - Bir gecekondu bölgesinde dikkat çeken hastalık nedir? - Beslenme bozukluğu. Gelir düzeyinin azlığından sağlığına dikkat etmemesi. Biz, sağlıklı insanımızla da ilgileniyor, takip ediyoruz. Ankara'da 240 özel poliklinik var. Geçtiğimiz günlerde 90 kadarı kepenk indirdi. Şimdi 150 poliklinik hizmette. Böyle bir derneğin başkanlığını da Dr. Ramazan Aydın yapıyor. İlginç bir örnek aktardı. - Bir hasta muayene oluyor. Doktorumuz ilaç koyuyor gözüne. Hastanın bir gözü hiç görmüyor, ötekisi de çok az. Az gören iyileşir mi şeklinde testler başlıyor. İlaçtan dolayı doktor hastaya iki saat kadar iyice flu göreceğini hatırlatınca, kızıyor "Peki kamyonu, kim götürecek?" Meğer hasta görmeyen gözle şoförlük yapıyormuş. - Sağlık politikasında tıkanıklıklar neler? Siz hem kamuyu, hem özeli bilen bir hekim ve işverensiniz. - 1930 yılında çıkan kanunlarla milli sağlık politikası olmaz. Varın gerisini hesap edin. Hiç devlet sünnet yapar, kulak temizler mi? Tam tersi araştırma yapar, üretime katkıda bulunur. Yurtdışına ameliyat için gidiliyor. Biz aynı doktoru ülkeye getirsek, kanun mani oluyor. Oysa yarıyarıya döviz tasarrufu olacak. KDV'ler yüksek: %17. Yurtdışında bu %3. Çalışanlara sigorta sistemini getirmek gerek. Devlet bu yükten kurtulmalı. Trafik kazalarına Ankara'da 300 polis görevli zabıt için. Oysa bu sigortacıların görevi. Devlet genelevlere neden polis koyar? İşleten güvenliğini sağlasın. Devlete hesap versin, devlet de onları denetlesin. Hastanede bir şey dikkatimi çekti. Hayırseverler mesela Süleyman Türkoğlu, bir odayı döşeterek yakınının adını veriyor. Hoş bir anlayış. Sağlık ve eğitim ihmale gelmez. Kamu da böyle bir hamallığı üzerinden atmalı. Altyapısına ve kontrolüne önem vermeli. Kızılay Almanya'da Kızılhaç'çılar bir köyündeki yardım toplamasına beni de götürmüşlerdi. Çok sayıda gönüllü araçlarla komşu köylerdeki giyecek yardımı kumbaralarından bütün gün eşyaları araçlara yükledik. Hepsi gönüllü, kadın ve çocuklar dahil. Ücret almıyorlar. Lokallerinde fahrî hizmet sunuyorlar. Kırgızistan'dan gelen bir heyetin birkaç TIR giyecek ve oyuncak yardımına fiilen ve karşılıksız emek vermişlerdi. Bu tür hizmetlerin böyle gitmesi gerek. Doğrusu da bu. Bize gelince.. Kızılay'daki kavgaya kimse sıcak değil. Adeta rant kavgası görüntüsü veriyorlar. Zaten Adapazarı Depremi'nde sınıfta kalan Kızılay, itibar kaybetmişti. Şimdi de bu kavgalar yıpratıyor. Yeniden Genel Başkan seçilen Ertan Gönen'in muhalefete barış çağrısı bu saatten sonra da olsa önemli. Onların eleştirilerini de dikkate alarak homojen bir yapıya yeniden kavuşur Kızılay. Bir de fahrî hizmet anlayışıyla... 1990'da Kuzey Irak'tan gelen sığınmacılar için bir ay oradaydım. Çok sayıda gazeteci vardı. Olumlu şeyler yazılsın diye her gün çilingir sofrası kuruldu bazı gazetecilere. Dağ başında rahat yatak serildi, sıcak sulu duşlar yaptırıldı. Valizlerle dağ eşyası hediye edildi. Ankara'ya şikayet de ciddiye alınmadı. Bugünlere gelindi, böyle bir Kızılay'la. Hizmetler fahrî olmalı, içinde de lüks ve israf bulunmamalı. Cazibesi; hizmete, imkanına ve şöhretine değil. Karşılıksız hizmete evet ise, herkes orada. Denemeye değmez mi? Hele günümüzde... Ayhan Katırcıkara