Tiyatro sezonu keşke yazın da devam etse. Romantizm oda hapsinde ama karamizahla kahkahalara boğulmak işten bile değil. Rahmetli Turgut Özal ve Adnan Kahveci dost gruplarıyla birlikte gittikleri tiyatroda kendilerini eleştiren, karikatürize eden sanatçıları ayakta alkışlar, onlarla birlikte hatıra fotoğrafları çektirirlerdi. "Asiye Nasıl Kurtulur" bir yazarın, bir eleştirmenin, bir sanatçının bakışıyla, kendilerinkini kıyas imkanı bulurlardı: Asiye kurtulur mu, kurtulmaz mı? Geçti o günler. Kimsenin eleştirilmek hoşuna gitmiyor. İşin garabeti methederseniz de "bu benimle dalga mı geçiyor" gibilerinden bir psikoloji içine giriveriliyor. Kendisi de kendisini biliyor, çünkü. Ortadoğu'da İsrail, Kuzey'de Rusya, Amerika'da güney ülkelerin çoğu birkaç sene önceye kadar %3000'e varan enflâsyonu yendi. Uzakdoğu'daki Malezya başta birçok ülke ekonomik kriz'i hiç yardım almadan kendi imkanlarıyla başaşağı etti. G. Kore IMF yardımı aldı. Fakat hiç de bizimki gibi badireler atlatmadı. Kamuoyunda tartışılmadı. Ekonominin üstesinden de geldi. Tıkanıklık seçim sisteminde mi? Tiyatro yazarlarımız, mizah editörlerimiz keşke hem ekonomik, hem siyasi krizlerimize sahne aldırsa. O kadar hoş, o kadar dikkat çekici tartışmalar oluyor ki, bir müddet sonra kendilerini de gülmekten alıkoyamıyorlar. Ara rejim mi, teknokratlar hükümeti mi falan derken işler sarpa sarıyor Korkut Özal'dan dinlemiştim, dar bölgeli seçimi savunuyordu. Bölge halkının ancak böyle bir sistemle parlamentoda temsil edilebileceğini ileri sürüyordu. Sonra da Türkiye'deki hükümetlere sözü getirdi. Özetle şöyle demişti: "- Milletvekilleri kendi partilerindeki bir bakanı eleştiremiyorlar. Değerlendirirken başkanlarının gözünün içine bakıyorlar. Bir ihtimal de olsa "acaba ben de bakan olur muyum" diyerekten mesafesini korumaya çalışıyor. Sonra da sorunlar başlıyor. Dolayısıyla bakan olan bir milletvekili partisinden ayrılmalı. Meclisin tümüne hesap vermeli. Parlamento da denetimini gerektiği gibi yapmalı." Tartışılacak bir görüş. Fakat öyle hemen kapı dışarı edilecek bir husus da değil. Serdar Turgut "teknokratlar hükümeti" şeklindeki bir teklifle sorunu gündeme getirdi. İtham da edildi, alkış da aldı. Sonra arka planı görüyoruz ki TÜSİAD da daha önce aynı şeyi savunmuş. Hatırlanırsa TÜSİAD 1970'li yıllarda kurulan Ecevit Azınlık Hükümeti'nin gazetelere verdiği ilanlarla ömrünü kısaltmış, istifa ettirmişti. Şimdi böyle bir şey yok. Ama Serdar Turgut'tan çok önce 20 Mart 2001'de Washington'da eski ve yeni TÜSİAD Başkanları Erkut Yücaoğlu ve Tuncay Özilhan, Center For Strategic And International Studies'teki think-tank'de "işler daha da kötüye giderse" de çözüm önerisini şöyle anlatıyorlar: Burjuvazi farkı "- Eğer bu hükümet istifa ederse, Cumhurbaşkanı Meclis içinden partizan olmayan bir yeni başbakan atar. O başbakan da hepsi teknokrat olan 15 veya 20 bakanla hükümeti kurar. Teknokrat bakanların büyük bir bölümünü de parlamento dışından seçer. İki yıllık bir teknokrat hükümet olur mu. Önemli olan parlamentodaki siyasi partilerin bu oluşuma destek vermeleridir. Onlar da bu arada geçen iki yılı seçimlere hazırlanmak için kullanırlar." Hürriyet'in Renkler'inde Serdar Turgut TÜSİAD'a serzenişte bulunuyor. Kendisinin konuyu gündeme getirmesinden iki gün sonra TÜSİAD'ın bir açıklama yaptığını; teknokratlar hükümeti önerisine karşı çıktığını, ara rejim olmaması gerektiğini, çözümün de demokraside olduğunu bildirdiğini aktarıyor. Bu çelişkiye gönül koymuş Serdar Turgut. Cevabını da yine kendisi veriyor "Türkiye'de maalesef burjuvazi yok.. Sadece işadamı var.. Burjuvazi kendisine misyonlar edinen, büyük hedefler koyan insandır.. İşadamı ise sadece para kazanmayı düşünür. İşadamı devletten korkar, burjuvazi korkmaz. Devlet ondan korkar.. Toplumu bir yere taşıma misyonuyla geleceğe yönelik tavırlar alır.." 23.7.2001 Gelişmiş ülkelerde bu tür çekişmelere rastlanmaz. Hatta yazarlar konu bulmakta güçlük çeker. Her şey tıkır tıkır işliyor çünkü dolayısıyla uzmanlık ister. Bizde ise her şey haber, her gelişme algılamaya muhtaç. Hayatım roman gibi bir şey. Savunduğumuz görüşlerin arkasında durabilsek hiç böyle gelişmeler yaşar mıydık? Hayat durmuyor devam ediyor, onun için de unutulmaması sahnelenmesi gerek. Kimin gülmeye ihtiyacı yok ki?