1980'li yıllardı. Cumhuriyet'ten genç bir gazeteci Filistin'e giren tek Türk yazar. Cengiz Çandar, Sabra ve Şatilla göçmen çadırlarında 5 bin sivil Filistinlinin öldürüldüğüne şahid oluyor. İsrailli Komutan Ariel Şaron bitmez tükenmez bir kin ve hınç ile çoluk çocuk; kadın ihtiyar demeden Filistinlileri bir soykırım denemesine uğratıyor. Dahasında da her gün ve hâlâ birkaç Filistinli şehid ediliyor. Ariel Şaron'ın lakâbı "Kasap." Bu ismi ona o günü değerlendiren hem diplomatlar, hem medya mensubu, hem de sağduyulu bölge halkı veriyor: Kasap Ariel Şaron. Şimdi bu insan celladı İsrail'de koalisyon hükümetinin başı. Yani başbakan. Aynı zaman diliminde Halepçe'de Saddam Hüseyin kimyasal silah kullanarak yine sivil halkı öldürüyor. Hem de binlerce. Ölü kentlere giren gazeteciler, Cengiz Çandar gibi ödüller alıyor çektiği insanlık suçunu belgeleyen fotoğrafları, geçtikleri haberleriyle. Karabağ'da Ermenilerin sivil halka yönelik katliamı da öyle. Hatta Azerbaycan içlerine girerek dörtte birini işgal ettikleri bölgede sivil Azeri Türk'ü bebeleriyle, aksakallarıyla birlikte öldürüldü. Bunları niçin hatırladığıma gelince örnekleri çoğaltmadan; Yugoslavya eski Devlet Başkanı Slobadan Miloşeviç'in Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanmasına başlanmasından etkilenmem. Bu insan kasabı da 250 milyon Müslümanı acımasızca öldürmüştü. Genç kızların ırzına geçilerek Sırp askerlerince Bosnalı Hanımlar hamile bırakılmıştı. O günlerde bu katliama Filistin'de, Kuzey Irak ve Ermenistan'daki gibi seyirci kalan batı, dünya kamuoyunun baskısıyla çok daha sonra NATO'yu devreye soktu. Bölge halkı evinden, yurdundan, toprağından edildikten çok sonra elbette. Televizyonlardan izlediniz mi nasıl da ukalâ cevaplar veriyor Miloşeviç kasabı. Sırbistan batının Yugoslavya'ya yapacağı 3.1 milyar dolarlık yardım karşılığı teslim etti Miloşeviç'i. Önce muhtaç hale etirdi; sonra katliamlara mani olmaması gibi, bölgenin fukaralığına göz yumdu. Belki de bu yardım, Yugoslavya'da Miloşeviç yanlılarının gösterilerde yakıp yıktığı yerlerin tamirine bile yetmeyecek. Yeni bir bölünme ve çatışmanın eşiğine getirecek. Ama bir iyiliği katliamların, katillerin yanına kâr kalmayacağı. Keşke Şaron da yargılansa, insanlığa karşı işlediği suçun hesabını verse. Hakeza ötekiler de. Oysa tersi gelişmeler oluyor. Üstelik Türkiye dışlanarak. NATO, İsrail ile askeri ve güvenlik alanında işbirliği anlaşması imzalamak üzere. 23 Nisan'daki görüşmeler netice verdi nihayet. NATO İlişkilerini yürüten İsrailli Albay Nauman Kuzey Atlantik Paktı ile füze konusunda işbirliği yapılacağını açıklarken, Arap kaynaklar ise endişeli; toplu imha silahlarının üretilmesi de söz konusuymuş. Ayrıca İsrail önceki gün 1500 kilometre menzilli bir de füze denemesi gerçekleştirmiş. Herşey bizi o kadar yakından ilgilendiriyor ki tahmin edemezsiniz. Batı "püf" dese bölgede rüzgar oluyor. İngiltere önümüzdeki genişleme sürecinde Avrupa Birliği'ne girecek ülkelerin başında Kıbrıs Rum Kesimi'nin olması için, onlara güvence verdi. Bu konudaki açıklamayı da İngiltere Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Avrupa konuları sorumlusu Peter Hain yaptı. Fransa-Rusya ilişkileri büyüyor bölgemizde. Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Moskova'da Putin ile stratejik silahlar konusunda anlaşmaya vardı. Aynı saatlerde Makedonya'da kan gövdeyi götürüyor, Müslüman ahâli kırılıyordu. Gelelim bize.. IMF her gün Ankara'ya zam yaptırıyor, petrolü olmayan Yunanistan'da bugünden itibaren dövizle alınan benzin fiyatlarını ucuzlatıyor! IMF ile düzlüğe çıkan ülke sayısı parmakla sayılacak kadar az. IMF İcra Direktörleri'nin Türkiye'ye yardımı görüşeceği toplantısının ertelenmesinin ardından, Dünya Bankası da aynı şeyi yaptı. Derviş de, Ecevit de "fazla büyütmeyelim, kaygılanacak bir durum yok, yolumuza devam ediyoruz" deseler de batı bu, hiç belli olmuyor. Cottarelli iki senede neler yaptı Türkiye'de IMF adına gördük? İki kriz ödememiz belki de yetmeyecek. Hepsini toplasanız sözkonusu yardımın 15 milyar dolar üç seneye yayılacak, faiziyle bu borç geri ödenecek! Sadece Almanya'da 58.600, batı Avrupa ile birlikte 80 bin Türk işadamımız var. Bunların Frankfurt'ta borsaya yatırdıkları 40 milyar mark. İnternetteki Türk Araştırmaları Merkezi'nin verdiği bilgiye göre işçilerimizin tasarrufları ise 80 milyar mark olarak Alman Bankaları'nda yatıyor. Aynı ilginin yarısını buralara yöneltsek kim diyebilir ki "değişim", "dönüşüm," gerçekleşmesin, güven ortamı yenilenmesin diye? Batı isteyince İnsan kasapları Şaron'u göz ardı, Miloşeviç'i mahkemeye sevkediyor. Rumları AB'ye koşturuyor, zamları ve gamları Ankara'ya lâyık görüyor. İyi yönetilen bir Türkiye özlemim gittikçe büyüyor.