1950'li yıllarda Yeşilçam'daki filmler taşrada kapalı gişe oynardı. Ayhan Işık, Muzaffer Tema, Turan Seyfioğlu gibi jönler, Ahmet Tarık Tekçe gibi "kötü adamlar", Suphi Kaner gibi, Necdet Tosun gibi güldürmeyi öne çıkaran sanatçılar görevlerini o günün şartlarında başarıyla yaparlardı. Ahmet Tarık Tekçe belki de en fazla sevilendi. Sadece tarih konulu, yahut sosyete veya köyü anlatmazdı bu filmler. Sevgi esaslı, aşk donanımlı olanlar hep önde oldu. Bir de buna cinayet motifi eklenince gerilim daha da artar, sonunda gerçek katil bulunurdu. Ayhan Işık kaçak hayattan kurtulur, cinayetten aklanır, sonra da Gülistan Güzey'e kavuşurdu. Dikkat ederdim senaryoya; belki bir psikolog, bir sosyolog danışmanı yoktu yapımın ama, halkla örtüşürdü. Vatandaş da onun için fazla severdi. Biraz da gerektiği kadar. Yoksa John Stanbeck'in Fareler ve İnsanlar'ındaki gibi sevdiğini boğacak kadar değil. O deli emekçi, kadını öldürdüğünü, sonra tutuklandığını, alacakları eve değil, cezaevi'ne gittiğinin farkında bile değil. En yakın arkadaşına soruyor hem hastaneye, hem hapishaneye götürülürken "Evimiz olacak değil mi? Sonra karımız ve çocuklarımız?" O da "evet" diyordu... Ünlü işadamı Üzeyir Garih'in bir bali bağımlısı tarafından bıçaklanarak öldürülmesi bana bunları hatırlattı. Üstelik 16 yaşında psikopat... Önce Üzeyir Bey'in cep telefonunu istiyor, Mezarlık'ta. Para verilince alıyor, daha önceki dilenci kız gibi. Sonra da bir kaç kişiyle birlikte Üzeyir Garih'in üzerine çullanarak bıçaklıyorlar. Şimdi arananların arasında bir de kadın var. 70 yaşını aşmış bir insan fazla mukavemet edemiyor, katillere ve hayata işte burada yenik düşüyor. Olay Ankara'da duyulur duyulmaz kolaycılık ve şartlanmışlık hemen kendini ele veriyor. Önce "Hizbullah vurdu" dendi. Sonra "iş rekabeti" biçiminde yorumlandı. Çete ve Mafia'nın işi olduğunu iddia edenler de vardı. Yorumlarda marksist militanlar da ihmal edilmedi. "Mossad öldürdü" demez mi bir kesim. Üstelik arka plânı da hazırlanmış. Üzeyir Bey Müslümanlara ve İslama karşı derin bir ilgi içindeydi ondan. Çünkü kendisi gayri müslimdi. Aman Allahım! Bunların bir kısmı ekranlarda yorumlandı maalesef. Şaştım kaldım. İbret verici sahife Üzeyir Garih'in hayatı önemli. Keşke kitapları ve yazıları gibi bir draması da olsa repertuvarımızda. Yüzakı bir işadamı, sorumluluğunun bilincinde bir yönetici, ülke sorunlarına çözüm bulmaya çalışan bir memleketsever. Üstelik uzlaşmacı, hoşgörülü ve çalışkan, üretken bir aydın. Mezarlık ziyareti hikayesi ise ayrı hayat diliminin yansıması. Eski dostlarından 82 yaşındaki Cemal Cumalı'nın anlattıkları şöyle Babaeski'de: Bir gün beni çağırdı (1992) Eyüp Mezarlığı'nda buluştuk. Mevlana Küçük Hüseyin'in mezarını arayıp bulduk. Sonra bana anlattı (Babamın yakın dostuydu. Benim için (büyüyünce büyük hizmetler görecek) dermiş. Doğduğumda ismi de o vermiş. Babamın çocuğu olmayınca, dua istemişler Mevlana Küçük Hüseyin'den. Dua kabul olmuş, ben doğmuşum. Kendisi 1930'da vefat etti. Gece de yani 62 sene sonra rüyama girdi. Mezarının yapılmasını istedi. İşte bunun için burdayız.) Sonra her ay birkaç defa mezarlığa gelerek dua ederdi. Yanı başındaki mezar ise Mareşal Fevzi Çakmak'ın. Babasının arkadaşı ve dostu. Hekim olarak cephede hizmet vermiş Mareşal ile birlikte. Çakmak için de dua ederdi. Bu ibret verici sahifeler bir insan hayatında?! Bu sırrını bir televizyon programında sanatçı Erol Evgin'e de anlatmıştı. Koruma da taşımıyordu. "Eğer bir şey olacaksa olur. Önüne geçilmez. Vakit gelmeden saldırı da olsa bir şey olmaz. Ancak korumama bir şey olursa ben ne yaparım o zaman" dermiş, yakın dostlarının ifadesiyle. Balicilere eğitim tedavi merkezi İTÜ'den Özal, Erbakan, Demirel, Kutan ile tanışırlardı ve dostlardı. Atölyeden holdinge vardı. Devlete, hissedarlarına, müşterilerine ve personeline karşı dürüst ve adil olduğu anlatılır. Kaliteli ve ucuz maliyeti hedef göstermiş bir işadamı Garih. Faaliyetlerinde doğa ve sosyal denge ihmal edilmeyen bir gerçek. Otonom yönetim ve merkezi denetim işhayatının sırrıydı. Çalışanlarına da kesintisiz eğitimi programına almıştı. İşte burada durmak gerek. İşdünyası "ağabeyimizi kaybettik" derken bir de ortak görüşlerini aktarıyorlar "Eğitime önem verirdi." Gelelim bundan sonrasına... Eşi Lili başta Garih Ailesi'ne taziyetlerin ardı arkası kesilmeyecek. Acıların dinmesi zaman alacak. Ancak bir teselli var ki, belki de Garih'lerin bir başka eseri olacak bu: Bali ve benzeri tutkunları için bir eğitim ve tedavi merkezi açmak. Sözkonusu mektep ve hastanenin başına da kocaman bir "Üzeyir Garih" yazılır ve hatırlanır. "Üzeyir Garih'ler öldürülmesin, 16 yaşındaki, bali tutkunu "Deli Veliler", akıllansın; katil olmasın. Kolay yorumculara ve hantal sorumlulara fırsat verilmesin. Belki o zaman mezarlık güvenliğinden sorumlu olanlar da bu eğitimin kapsamına alınır." Ortağı İshak Alaton'un uyarısı da önemli "Bu kara cehaletin olayıdır. Bu kadar kıymetli bir insanın, bu kadar ucuz şekilde gidişi hepimiz için utanç vesilesidir. Bu cinayet, sevgili ortağımın eğitime önem vermekte ne kadar haklı olduğunu göstermiştir." Kalıbımı basarım öyle!