Dua da ibadetin bir nev'idir. Eskilerin dualarında düşündürücü gerçekler var. Dedem rahmetli tarlasından iyi ürün aldığında "Allahım, beni cazibe merkezi yapma" derdi. Taşıyamayabileceğini anlatırdı, sorduğumda da. Nineme gelince, onunki daha bir türlüydü "Beni imkânla imtihan etme Allahım" diye yakarırdı. Bazı bilgelerin dualarında "şöhretin şerrinden sana sığınırım Yarabbi" deyişleri yazılı belgeler içindedir. Bugün bakıyorum da hayırlısından çok; iyisini, fazlasını isteyenler aradaki farkı gerektiği gibi algılayabilseler sanırım tavırlarını değiştirirler. Bunlar aklıma "deprem" hakikati karşısında takıldı. İki yıl önce bugün yaşadığımız yüzyılın felaketini yeniden hatırladık, milletçe. Depremde hayatını kaybedenler için de başta İstanbul, Kocaeli, Sakarya ve Gölcük ile Düzce'de anma programları düzenlendi. Mevlitler okutuldu. Kur'an-ı Kerim tilavet edildi. Sinevizyon gösterisi yapıldı. Bilim adamları açıklamalar yaptılar, yetkililer konferanslar verdiler, paneller, söyleşiler düzenlendi. Nasıl bir gelenekse mumlar yakıldı! Kent kurultayları toplandı. Sergiler açıldı. 376 bini yıkıldı, 20 bini yapıldı Acıların dinmesine çalışıldı. İki yıl önce bugünü hatırlatıyorum da, otobanlarda köprüler karton kutu gibi yırtılmıştı. Yollar yarılmış, deniz taşmış, apartmanlar çökmüştü. Elektrikler ve sular kesilince gece yarısını iyice karanlığa gömmüştü. Depremzedelere çok geç ulaşıldı. Ulaşıldığında kurtarma çalışmalarındaki araç-gereçler yeterli değildi. Panik hepsinin üstüne yığıldı. Kızılay'ın sadece çadırları değildi çürüyen, ilaç ve konservelerinin de tarihi geçmişti. İlgili bakanlıkların alârmı hâlâ çalıyor farkındaysanız. Kalıcı konutların tamamlanamamasındaki sorun alârma rağmen devam ediyor. Resmi yetkililer elbette ki moral verecek. 376 bin konut yıkılmış depremde. İki senede yürütülen proje kapsamında 21 bin konut tamamlanmış! Bunu Bayındırlık ve İskan Bakanı Koray Aydın açıklıyor. Bu mu içimizi cızz ettirsin, yoksa bir depremzedenin feryadı mı? Depremin merkezi Gölcük'tü. Birkaç gün önce de seller kenti perişan etti. Geçici deprem konutlarına yağmur öyle bir giriyor ki çamurla bütünleşmiş evin bütün eşyaları. Yatağı öyle; yorganı, sahanı, çömleği öyle. Bir televizyon muhabirine evdeki çamurları temizlerken konuşan başı yaşmaklı depremzede kadın öfke doluydu: - Bodrum'da çamurda eğleniyorlarmış tatil yapanlar, gelsin bir de bizim çamurlarda eğlensinler bakalım. Televizyonlardan bir de bunu gösterin Allah aşkına. Bu tepkiden ders çıkarması gerekenlerin sayısı hiç de az değil. Güven ve sorumluluk krizi Bizde ise can ve mal kaybı ıstırap verecek kadar büyük. Acaba yüksek sesle düşünülürse; iki sene sonra depremin neresindeyiz? Gereken ders çıkarıldı mı? Hatırlayın lütfen kamu kuruluşları yeterli gelemeyince sivil toplum kuruluşlarımız da yabancılardan önce yardıma koştu. Ancak bazı yetkililer, bazı gönüllü kuruluşlara ambargo koydular. "Bize verin, biz dağıtırız" dediler. Oysa daha o gün yaşanıyordu "güven krizi." Aynı bugün olduğu gibi. Ekonomik krizin önemli sebebi güven. Ülkede döviz yok değil. Depremde de öyle oldu. Sivil inisiyatifler küstürüldü maalesef. AKUT hariç tabii, öteki birkaç kuruluşla birlikte. Batıda bu tür gelişmelerde sivil toplum kuruluşları en başta rol oynar. Yangında da öyle, deprem veya sel felaketinde de. Kamu ve özel girişim örtüşür; ayrışmaz, rekabet etmez. Dualar bugün yeri göğü inletecek. "Allahım bizi deprem felaketiyle imtihan etme" derken, iki yıl önce depremde hayatını kaybedenlere Fatihalar gönderilecek. Dün aynı zamanda Hacı Bektaş Veli Kültür Etkinlikleri'nin başlangıcıydı. Bu bilge insanın tespitiyle "eline, beline ve diline sahip olmak" hatırlandı. Sorumluluk almadaki incelik de sanırım burada. Bütün bunları da dualara ortak etmekle sabır içinde güzellik gözükür. Çünkü içinde tevekkül vardır, tevessül arama vardır. Anlayan ve algılayabilen için her gelişme derstir. Dersten de ders çıkarmak "eline, beline ve diline sahip olmak"la mümkündür. Bugün dua ve ders çıkarmak günü. Yarın ise bunları hayata geçirmenin başlangıcı.