DYP meydanlara iniyor

A -
A +

Tansu Hanım kolej talebesi gibiydi dün. Beyaz kazak üzerine, lacivert etek ve ceket giymiş, omuzlarından fular sarkıtmıştı. Grupta her zamanki gibi şıktı. Bahçeli gibi "dava arkadaşlarım" diye seslendi milletvekillerine. Cumhuriyet döneminin en ağır krizinden geçildiğini anlattı. Bunun siyasi faturasının da yapanlarca ödenmesi gereği üzerinde durdu. Başbakan Ecevit'e öyle bir yüklendi ki, gerçek bir anamuhalefet lideri gibiydi. - Fakirlik yaygınlaşıyor. Zamların ardı arkası kesilmiyor. Ama özde siyasi bunalım var. Kriz siyasi bunalımdan besleniyor. İktidar beceremeyince de birine havale ettiler. Önce bir IMF yetkilisine, şimdi bir Dünya Bankası bürokratına. Dolayısıyla Başbakanlık makamı boştur. Ağır fatura yine halka ödetiliyor. Ekonominin beyni çöktü. İktidar farkında bile değil. Sanıyorlar ki bir sabah uyanacaklar, her taraf güllük gülistanlık. Rüya, hayal anlamında bir İngilizce kelime kullanacak, beş defa tekrar ediyor "halüs..." diyor, dili sürçüyor, arkası gelmiyor. Sonra vazgeçiyor, Türkçe kullanıyor. Diyor ki: - Cumhurbaşkanına dedim ki "duruma el koyun.. İşler iyi gitmiyor." 21 yıldır Türkiye ile ilgisi olmayan birinin Cottarelli'den ne farkı var? Program açıklanmıyor, tahribat büyüyor. Millet aldatılıyor. Sadece ekonomiyi değil, demokrasiyi de çökertiyor hükümet. Yerine "sandıksız demokrasi"yi koyuyor. DYP Lideri Tansu Çiller hükümetin istifasında ısrarlı. Grupta çok sayıda seçmen var. Yeni gelen zamları hatırlatıyorlar. - Başbakan Ecevit, kendi deyişiyle "giderse, bunalım" olurmuş. Tam tersi gitmezse olur. Ülkede milyarlarca dolar kaybediliyor. Bunlar koltuklarında rahat rahat oturuyor. Milletten özür dileyip, çekip gitsinler. Beceremeyen gider, yapabilen gelir. Demokrasi de budur. Tansu Çiller'e göre çözüm siyasi olduğu için bunalım yine siyasetle aşılır. Milletten destek istenir. Yeni başlangıç yapılır. Seçim ve Siyasi Partiler Kanunu değişir, tercihli sistem getirilir, seçime gidilir. Halk ile örtüşen bir TBMM oluşturulur. Prof. Çiller bakın neler anlatıyor? - Bugün gensoru günü, ertelemiştik, şimdi veriyoruz. Temsilciler Meclisi'mizi topluyoruz. Ardından şehir şehir, köy köy, meydan meydan dolaşarak gerçekleri anlatacağız. Seçime gitmemiz gerek. Bunların önüne sandığı koymak gerek. Çünkü bunların bize sunacakları program bütçe revizyonundan başka bir şey değildir. Endişeliyim. Zamlar ise vahimden öte vahşet noktasında. Millet bunlardan şikayetçi. DYP Genel Başkanı Çiller enerji doluydu, iddialıydı, dün. Peki bugün? Paris Şartı Yıl 5 Eylül 1791.. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları bildirgesi yayınlanıyor. Dünya insanı alkışlıyor, sağduyulu yönetimler şapka çıkartıyor. Baron De Montesquie ve Jean Jacques Rousseau gibi Fransız düşünce adamları "insana yakışır" görüşlerle kamuoyu oluşturuyorlar daha sonra. Türkiye dahil bu fikirler tercüme ediliyor bütün ülkelerde. Kaplumbağa yürüyüşünü sürdürmeyeyim, bitirmeye yaklaşayım, AGİK çerçevesinde yeni bir Avrupa İçin Paris Şartı imzalanıyor (21.11.1990) en sonunda. Sanki bunlar olmamış gibi, mirasını inkar etmek endişesiyle Sözde Ermeni Soykırım İddialarını kabul eden Fransız Parlamentosu'ndan sonra Paris Saint Germen Maçı'nda holiganlar mı desem, ajan provokatörler mi desem, yoksa çete veya bir grup ahlâksız mı desem tribünü kana boyuyor!? Can havliyle bir Türk seyirci sahaya iniyor. O sırada Türk seyircilerin kafasına kafasına bir elinde Ermeni Bayrağı, bir elinde kalın sopalar iniyor. Fransız Polisi ve seyircisi gülüyor. Alınan güvenlik önlemi kafi değil, üstüne üstlük tribünlerdeki görüntüler meslek etiğine aykırı olarak (çok sayıda ülkede izlenmesine karşılık) ekrana getirilmiyor, yayın kesiliyor, kestiriliyor. Dünyanın kültür başkenti Paris'e yakışıyor mu? Yoksa bu yani futbol terörü yeni bir şart mı? Şimdi Ankara'ya düşen görev bu belgeleri; birkaç dilde Fransa'ya maç izlemeye gidecek yabancı ülkelerde gösterime sokmak, dağıtımını sağlamak, gerekirse ilan vermek gazetelere. İnternette site açmak. Susan ülkelere de hatırlatayım, sıra onlara da gelecek Paris'te. Doktor doktor civanım Hekimler üzerine çok bestelenmiş eser vardır. Ayrıca çok ünlü doktor sanatçılar, politikacılar, yöneticiler yetişmiştir ülkemizde. Türkiye'deki doktor sayısı 80 bindir. 47 Tıp Fakültesi mevcuttur üniversitelerimizde. Mezun olduklarında iş aramakla yüz yüze kalmak üzereler. Alacakları maaş ise 300-350 milyon(cuk). Bir senenin her gününde çalışır bu insanlar. Bayramda da öyle, tatilde de, yılbaşında da. 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla hatırladım bunları. Bir de dönüp arkama baktım, hastane kapılarında sabahın erken saatinde gelerek, kuyruğa girmiş insanlar var. Hatta bu iş ticarete dökülmüş. Biri gelip yer kapıyor, bir başkasına satıyor sonra. Tedavi ve ilaç çok pahalı. Tahliller hepsinden de. Bütün bunlar için gün yani randevu almak durumunda vatandaş. Üç aylığına da oluyor, iki seneliğine de. Eğer hayatta kalabilecek takatin ve paran varsa. Doktorlar günde 100 hasta muayene ederek, (ki bu bir rekor) tedavi doyumuna, hekimlik heyecanına varamadıklarını savunurken; bu ülkede mesela her gün 160 bebek ölüyor. İyi bir sağlık hizmeti için nitelikli tıp eğitimi şart. Çünkü verilen hizmet insan sağlığına ait. Sonra, her şeyde olduğu gibi insana yatırım şart.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.