Rahmetli Turgut Özal'ın ellerini birbirine kavuşturarak, havaya kaldırıp dört görüşün bir arada olduğunun altını çizmesi 'merkez sağ'ın merkez solla, sosyal demokratlarla, hatta bu yaklaşımın biraz da eski radikalleriyle birbirini tanıma fırsatı verdi. Bugün için çoğu da ya liberal ya kapitalist oldu. Yahut da her şeyden elini eteğini çekti. Erdal İnönü'yle bir ara (koalisyonla) iktidara taşındılar. DYP ile ortaklıklarında bir sosyal demokrat parti gibi değil de, HEP'ç#leri parlamentoya taşımakla suçlanmıştı. Galiba solun siyasi arenadaki inişi de bununla hızlandı. 1998 seçimlerinde de parlamento dışı kaldı. Çevik Bir'in bir açıklaması daha sonra dikkat çekti: - Sosyolojik araştırmalar halkın moralini bozar. Keşke o günlerde de, solun erimeye başladığı dönemde de bir sosyal ve psikolojik araştırma yapılsa, bilimsel bazı gerçekler ortaya çıksaydı. Ülkenin profili, motivasyonu ortada gözükebilseydi. Sosyoloji toplumsal ilişkilerin yapısını, nedenlerini ve etkilerini araştıran bilimdir. Toplumun etkileşimini ortaya çıkarır. Yapısını ve harcını ortaya koyar. Kuvvetlenme ve zayıflanmanın nedenlerine bakar. Temele, değişime ve sürece dikkat çeker. Lideri ve üyeyi mercek altına alır. Sosyoloji denince Auguste Comte, Herbert Spencer, Levis H. Morgan, E.B. Tylor, L.T. Hobhouse, Charles A. Beard, Emile Durkheim, Maks Weber ve Marksizmin fikir babası Karl Marks hemen akla gelen ünlü sosyologlar. Çoğunun eseri de Türkçeye çevrilmiştir. Batı'nın geldiği noktada tümünün imzası vardır. Bilimsel olarak toplumun fotoğrafını çekmek, onu besleyen damarları bulmak veya eriten nedenleri ortaya çıkarmak sosyolojinin görevi. Sanırım günümüzde ülkemiz için antropologlara ve sosyologlara acil ihtiyaç var. Kamuoyu araştırmaları hiçbir partiyi barajı aşar göstermiyor. Vatandaşta, kurumlardan ve özellikle de siyasetten önemli bir soğuma olduğunu ortaya koyuyor. Öyle ki Türkiye bu dönemde valiler tarafından uyarılan Başbakanlara şahit oldu: "Kente gelmeyin, yuhalanabilirsiniz!" Sosyal demokratlar sosyolojik araştırmaları önemserlerdi. Sonra onlar da bıraktılar. İnişlerine gözlerini kapadılar. "Atatürk'ün kurduğu parti" demek artık parlamentoya girmesine imkan sağlamıyordu. Nitekim CHP ilk barajı aşamayan en eski ve tarihi parti oldu siyasi yapımızda. Öyle ki "DSP sağcı oldu" demesine rağmen 18 Nisan Seçimleri'nden Ecevit birinci çıktı. Soldan oy aldı. Kongreler ve kurultaylar partisi CHP, Altan Öymen ile bir müddet parlamento dışında yol katetti. Sonra Deniz Baykal yeniden kaleye girdi. Ancak istifalar birbirini takip etti. Ağır toplar ayrıldı. Alternatif olmaya çalıştı. Batıda büyükşehir belediye başkanları parlamentoda da başarılı oldu. Fakat Türkiye'de henüz değil. Celal Doğan, Ali Talip Özdemir, Bedrettin Dalan ve Murat Karayalçın hemen akla gelen. Ankara'da, mahalli yönetimdeki kadar ses getiremiyorlar. Şimdiyse hiçbir iddiaları yok. Sadece Melih Gökçek ve Recep Tayyip Erdoğan gündemde. CHP'de böyle bir alternatif kalmadı. Solda, aşırı sol ve sosyalist parti dışında; ÖDP, HADEP hesaba katılsa dahi DSP ve CHP'den memnun olmayanlar yeni bir siyasi oluşum peşinde. Bu da yeni bir parçalanmışlık ortaya koyuyor. Keşke bunun da bir sosyolojik analizi yapılsa. Siyasal bilgilerimiz ne güne duruyor demek geliyor içimden. Hafta sonu bir güne sığdırılan bir CHP büyük kongresi var. Deniz Bey'e karşı Ertuğrul Günay aday. Sayın Baykal'ın merdivenlerden inerken başına güller dökülmeyecek, bu defa "kıldan ince, kılıçtan keskin köprü"den geçecek. Her iki aday da topluma sıcak gelen mesajlar veriyorlar, yenilenmeden ve değişimden yanalar. Açıklamaları genel, temasları ise özel Baykal ve Günay'ın. DİSK'e gidiyor da, Hak-İş'e gitmiyor neden? Oysa sosyal vaka ve üye sayısı itibarı ile Türk-İş'ten sonra Hak-iş DİSK'i on defa katlar. Artık siyaset dahil bu işlerin şuncusu, buncusu kalmadı. Sorunlara çözüm götüren, kadrosunu bulan, kaynak aktaran ve topluma ters gelmeyen, değerleriyle çatışmayan, insan eksenli programlar ve örgütler öne çıkıyor. Hele bir de iç barışı öne çıkaran ve her türlü düşünceyi sinesinde barındırıyorsa balından yenmez o siyasi kuruluş. Kolaycılığa ve hazırlopçuluğa savaş açmak kolay değil. Sosyoljik, psikolojik ve antropolojik analizler yapılmadan, bilimsel arka plânı olmadan, sokaktaki insanla örtüşmeden işlerin rast gitmesi mümkün değil. Bu oluşumun adı ne olursa olsun. Özal bütün bunları yapmış mıydı, bilmiyorum. Bildiğim tek şey içimizden biriydi. Yani biz'dik.