Tarihle, gurur hakkını kullanmak

A -
A +

Vehbi Dinçerler Milli Eğitim Bakanı iken bir grup Japon meslektaşı konuğu oluyor. Japonlar gençlerde milli şuur ve heyecanı korumak için daha okula başlamadan onları hızlı trenlere bindirerek, Amerikalıların atom bombasıyla yerle bir ettiği ve onbinlerce insanın öldüğü başta Hiroşima olmak üzere o kentlere götürüyorlarmış. Sonra da diyorlarmış ki "Çalışırsanız böyle trenler yaparsınız, üretmezseniz düşman gelir sizi böyle bombalar ve hayat hakkınızı elinizden alır. Tercih sizin." Gençlerimize Türkiye nasıl ulusal ülkü veriyor, milli şuurla donatıyor acaba? Bu sorunun cevabını da yine Japonlar veriyor: - Herhalde siz de gençleri okula başlamadan Çanakkale'ye götürerek tarihin değişimini gerçekleştiren Türk askerinin zaferini gösteriyorsunuz. Yedi düvele karşı tek başına kazanılan bir zafer... Öyle mi acaba? Kaçımız bölgeyi gezdik de, etkilendik?! Bugün 30 Ağustos. Afyon'un kurtuluşu ve Büyük Taarruz'un bittiği tarih. Muhteşem bir zaferin önsözü, İstiklal Savaşı kitabının başlangıcı, "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir.. İleri.. Size kazanmanızı değil, ölmenizi emrediyorum" diyen Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ve kahraman askerlerinin destanlaştığı günlerin yıldönümü. Yine soruyorum. Acaba kaç çocuğumuzu buralara götürdük de gösterdik? Buna bölgede oturanlar da dahil. Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sını bir kez daha okuyorum. Büyük Taarruz'u anlatan bölümde diken diken oluyor insan. Ellerde çakar almaz tüfekler, yıllardır cephedeki insanların yorgunluğu, bitkinliği, açlığı, hatta hastalığı var. İletişim kopuk. Bir haber en erken bir haftada ulaşıyor. Ankara taarruzun başladığından haberli ama, neticeyi bilmiyor. Heyecan zirvede. Çağdaş silahlarla donatılmış batılı birliklere karşı zayiatımız ne kadar? Başkent ancak üç gün sonra haberdar oluyor Büyük Taarruz Zaferi'nden. Yok ki imkan yardıma gitsin, takviye gitsin bölgeye. Ülkenin her yanı işgale uğramış çünkü. Afyon'un kurtuluşu da müthiş bir heyecan husule getiriyor. Gözyaşlarını tutamayan yaşlı gaziler hayıflanıyor cephede olamadıkları için. Üstad Necip Fazıl Sakarya'sında ne güzel ifade eder: "Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?/Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine/Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?/Rabbim isterse, sular büklüm büklüm durulur/Sırtına Sakarya'nın Türk Tarihi vurulur/Eyvah eyvah Sakaryam, Sana mı düştü bu yük?/Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük/"... Belçika'da Napolyon'un önemli yenilgisi Water Loo'da oldu. Belçikalılar şimdi buraya bir onur müzesi kurdular. Yerli yabancı turist yağıyor oraya. İzleyenler o savaşı aynen yaşıyormuş gibi. Titriyorsunuz. Sivastopol'da Panorama Müzesi de öyle, aynı espriyle yapılmış. Rusya-Fransa Savaşı anlatılıyor. Yorumsuz her şey. İzleyiciye bırakılmış. Ruslar da Fransızlar da gururla izliyor. Siz de zaman tüneline giriyor, etkileniyorsunuz. Geride ise sıra bekleyen onca turist sabırsızlanıyor. Türkiye'de de böyle bir proje var. Geç de olsa programa alındı. Ne zaman gerçekleşeceği belli değil. Artık milli günlerimizin şablonları değişmeli, yeni bir heyecan ve şevk vermeli. Belki bu proje bir adımdır. Ama ne zaman? Süleyman Nazif, sürgüne gittiği Malta'da yazıyor "Rûhum benim oldukça bu imanla beraber/Üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler" Mehmet Akif Ersoy'un buna cevabı yumruk gibi "Beşyüz sene bekler mi? Nasıl bekleyeceksin? Ruhun da asırlarca bu hüsranı mı çeksin?" Bu hüsran gerçekten bitsin artık. Arayışlarımız noktalansın, değişimimiz gerçekleşsin. Gençliğimize görevimizi yapalım. Meslekte 40. yıl Yazı hayatıma dün başlamış gibiyim. Heyecanlıyım. Kabıma sığamıyorum. Arşivimi karıştırırken ilk imzalı yazıma rastladım. Gaziantep Yeni Ülkü (Günlük Siyasi Gazete) Haber Müdürü Doğan Erkol, Kilis muhabirliği teklif ediyor. Birkaç gün sonra Saray Sineması'nda yangın çıkıyor. Telefonla bazen günlerce bekleyebiliyorsun. Atlayıp Gaziantep'e gidiyorum ve haberi veriyorum "Kilis'te yanlış bir haber 6 yavrunun ölümüne sebep oldu. Haberi veren meçhul kadın aranıyor! İlk imzalı haberi 29 Ağustos 1961'de salı günü yayınlanıyor. Olaydan iki gün sonra. Olaya üzgünüm ama, yazımla göklere uçuyorum. Yeni Ülkü'de o günlerde N. Bural sahibi, Faik Muhsinoğlu, Mehmet Muhsinoğlu (Şimdi Demirel'in danışmanı), İbrahim Küçükdağ, Nejat Göğüş, Cemil Barlas köşe yazıyor. Kilis'te ise rahmetli Muzaffer Akalar'ın Huduteli'nde sahife yönetiyorum. Adı Pırıltı. Bahattin ve Abdurrahim Karakoç, rahmetli Şevket Bulut da yazıyor. Muzaffer Bey Demokrat Partili. 27 Mayıs İhtilali'nde çıplak ayak kurumuş dikenli tarlalarda yürütmüşler. Tutuklu kaldı. "Aman" derdi, "Bir daha dikenlerde yürüyemem, ihtiyarım, yazılarınızı dikkatle redakte edin." Mekanları cennet olsun. Sonra İstanbul. Sabah, Tercüman ve Özgür. 16 Kasım 1992'den bu yana hiç tatilsiz Türkiye. Görsel, sözlü ve yazılı basında tam 40 yıl. Zaman da nasıl geçiyor?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.