Farkında mısınız sinema sanatımızda yeni bir ağa tipi doğdu. Ortalık "ağa"dan geçilmiyor. Bizim gençliğimizde, 70'li yıllarda filmlerde korkunç bir ağa tipi çizilirdi. Gaddar, zalim, kaba, cahil, çirkin. O zamanki senaryolar ağaları yere batırmak için yazılırdı. Ağalar kötüydü, köylüyü ezerdi. Ağa denince her türlü menfî özellik kafamızda canlanırdı. Şimdi bakın televizyondaki ağalara. Şimdiki ağalar Avrupa, Amerika görmüş, yüksek tahsilli, uçak sahibi, jipe binen... Yakışıklı... Sert görünüşlü ama duygulu. Kısa bir zaman içinde bu ne büyük değişikliktir?! Şimdi düşünüyorum, birkaç ihtimal var: Ya, o yıllarda önümüze sürüldüğü gibi bir ağa tipi zaten yoktu. O zamanın siyasî ideolojisi ağaları kendi propagandası doğrultusunda kullanmak için sunî bir ağa modeli çizmişti Ya vardı da ağalar değişti, modernleşti, inceldi, Avrupa Birliği normlarına ayak uydurdu. Ya da ağalar da şehirli zenginler gibidir. O zaman da, şimdi de, iyileri vardır, kötüleri vardır, yüreği nasır tutmuş olanları vardır, fukara babası olanları vardır, namusluları vardır, namussuzları vardır. Ya da ağalar o zaman da şimdi de aynı da, yeni bir senaryo ekolü bu. İnsanlarımız salonlarda boy gösteren şehirli kahramanlardan bıktı, yüzünü bozkırlara döndürdü. Macerayı, heyecanı, aşkı dağlarda aramaya çıktı. Fakat iki ağa tipi arasında değişmeyen bir nokta var: Ağalar o zaman da, bu zaman da törelere göre hüküm yürüten güçlü insanlar. Töre demek kanun demek. Ağalıklar adeta devlet içinde devlet. Kanuna aykırı davranışlar olağan haller olmuş. Töre devletin kanunlarına ters olabilir, olsun. Meselâ, birden fazla eşlilik... Olsun! Ağalar herşeyi yapmaya mezundur. Silah ellerinde oyuncak. Silah demek, haklı olanın değil, güçlü olanın kazanması. Silah deyince sadece tabanca da değil; kalaşnikoflar, ağaca "asayişi" sağlamanın ağaca vasıtaları. 70'li yıllarda çizilen ağa tipi ve ağalık kötüydü. Şimdiki senaryolarda ağa tipi ve ağalık meşru bir müessese. Hatta ondan da öte özendirici unsurlar taşıyor. İstanbul'dan Urfa'ya, çoluk çocuk sahibi bir adama kendi gönlüyle kuma giden kızcağız bu dizilerin tesirinde kalmış olarak, dağlara heyecan ve aşk aramaya çıkmış olamaz mı? Bu furya, sosyolojik ve psikolojik açıdan nasıl yorumlanmalı dersiniz? Kollektif şuuraltımızda bir lider özlemi mi var acaba? Siyasî, ekonomik ve sosyal hayattaki gidişat, şuuraltımızda güven eksikliği meydana getiriyor da, şöyle işleri dirayetle kavrayıp kotaracak insanlar mı arıyoruz? Bulamayınca filmlere sığınıyoruz. Bu maddelerin hepsi doğru olabilir. Fakat demokrasi ile yönetilen bir ülkede böyle bir feodal yapının hikâyelerinin bu kadar moda olması, ekranlarda salgın haline gelmesi düşündürücüdür. Bir soru da şu: Acaba memleketin her yerinde, gündelik hayatın her cephesinde, siyasette, sanayiide, eğitimde... Yani bizim ruhumuzda, kimliğimizde tebdil-i kıyafet etmiş, sûret değiştirmiş bir feodalizm mi var?