Ağzımızla kuş tutsak...

A -
A +

Lozan'da, Lord Curzon, İsmet İnönü'ye 'Şu an bütün isteklerimi cebime koyuyorum. Ancak borç para istemek için iki gün sonra kapımıza geldiğinizde bu isteklerimi birer birer cebimden çıkaracağım' demişti. Bu küçümseyici ve tehditkâr tavır sürüp gitmektedir. Bugün Avrupa'dan borç para istemiyoruz, fakat Avrupa Birliği'ne üye olmak istiyoruz, onlar da bu seksen yıllık sözün gereğini yerine getiriyorlar. Bizim üyeliğimizin gerçekleşmemesi için vaktiyle cebe konmuş maddeler birer ikişer ortaya çıkarılmaktadır. Hani 1 Mart tezkeresi ile ABD'ye "hayır" deyince Avrupa Birliği nezdinde itibarımız yükselmişti, nasıl demokrat bir devlet olduğumuzu ispatlamıştık, artık bizi bağırlarına basacaklardı?! Avrupa Birliği de ABD'ye kafa tutmakta idi ve biz tezkere tavrımızla AB'nin yanında yer almıştık. Avrupa Birliği, şimdi, Amerika'yla arayı yumuşattı, Amerika'ya "demokrasi dersi" veren Türkiye Cumhuriyeti'ne hâlâ engel üstüne engel koymakta, eski engellere yenilerini ilâve etmekte. Alfabemizde q, w, x harflerinin bulunmaması bile dile dolanır oldu. Vatikan'dan ruhsat almamızdan bahsedilir oldu. Heyhat, bunu bizim aydınlarımızdan bazıları da gerekli görmekte. Vatikan dediğiniz bir din devleti. Lâikliğine toz kondurmayan Avrupa ülkeleri bir din devletinin, bir ruhânînin icazetini talep edebiliyor demek?! Hele bizimkiler! Lâiklik üzerinde bu kadar hassas iken şimdi bir din devletinden destur almamız nasıl tavsiye edilebiliyor?! Mahkeme salonuna sanık olarak, tanık olarak bile başörtülü kadınların alınmaması gündeme gelmişken gidip de Papa'nın uzun eteği önünde diz çökeceğiz demek?! (Sahi, Yargıtay'daki uygulama yaygınlaşırsa, hadi başörtülü şahitler "sözlerine güvenilmez, şehâdetleri geçersiz" ilân edilebilir belki de, başörtülü sanıklar nasıl yargılanıp hüküm giyecek? Başörtüsünü çıkarmadığı sürece mahkeme salonuna giremeyecek ve bu da savunma hakkından ferâgat ettiği mânâsına gelecekmiş. Böylece savunma hakkı -en temel haklarından biri- vatandaşın elinden alınmış olmaz mı? Yarın öbürgün başka devlet daireleri de iş görmeye gelenlere başörtüsü yasağı koyarsa? Bu iş nereye gidiyor?) "Medenî" dediğimiz dünyamızda orman kanunları geçerli. Bileği güçlü olanın sözü geçmekte. Güçlü devletler istediğini yapmakta. Güçlü olanlar birbirini kollamakta. Çağlar boyunca da hep böyle oldu. Türkiye, ekonomisi güçlü bir devlet olmak zorunda. Zayıf devletler listesinden çıkmak zorunda. Başka çaresi yoktur. Bunun için de tek yol, çalışma seferberliğidir. Grev, iş bırakma, iş yavaşlatma, protesto, yürüyüş seferberliği değil. Hükûmetlerimiz yıllardır Avrupa Birliği üyeliği için çırpınıyor. Şimdiki hükûmet bir yıldır üye ülkeleri kapı kapı gezdi. O masadan kalktı, bu masaya oturdu. Fakat masaların üzerine vuracağımız yumruk zayıf. (İşte, komşumuzdaki -bizim için hayatî- gelişmelerde devre dışı bırakılarak, verdiğimiz demokrasi dersinin cevabını aldık.) Üstelik bir de Müslüman kimliğimiz var. Bu durumda ağzımızla kuş tutsak yaranamayacağız. Avrupa'nın cebi dipsiz bir kuyu! İçinden çıkanların haddi hesabı yok! O çok sevdiğimiz şarkıda "Bütün âlem kurban benim yurduma" diyor ya! Bu mühim coğrafyada güçlü bir Türkiye... Bütün âlemin kurban olması işte o zaman mümkün olacaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.