İzmir'in işgali günlerinde idama mahkûm edilmiş, infazı bekleyen bir suçluya işgal kumandanı hürriyetini bahşeder, salıverin gitsin der. İşgal yönetimi olarak halka hoş görünme gayesi mi vardır, idam gerektirecek ağır suç işlemiş mahkûmlardan başka şekillerde faydalanmayı mı tasarlamaktadır, kimbilir... O adam, o katil, o şakî, itiraz edip yağlı ipi boynuna kendi geçirir, "Asın beni!" der. "Kendi devletimin verdiği ceza sizin vereceğiniz hürriyetten yeğdir. Sizin vereceğiniz hürriyet bana lâzım değil! Suçluyum, cezama razıyım." İşte bu asâlettir. O adam, o katil, o şakî, her kim idiyse, talihin kimbilir hangi cilvesiyle bu sıfatları almış ama asâletini vermemiştir. Yunan subayı ona hayatını bağışlıyor. Önünde yağlı urgan... Bu affı elinin tersiyle itmek her yiğidin harcı mı? Hayatın tatlı gelmesi, hayatı seçmek ne kadar kolay?! Minnetle, şükranla Yunan subayının ellerine, ayaklarına kapanıp postal öpmek ne kadar kolay?! Ama o bu kolayı seçmemiştir. Asâlet budur. Çünkü bilmiştir ki, bugün canını bağışlayan, hürriyetini bahşeden makam yarın bu lütfunun, bu ihsanının bedelini başka başka şekillerde isteyecektir. Burnundan getirecektir. Karşılıksız, menfaatsiz neden iyilik etsin?! İşgal ettiği, yakıp yıktığı ülkenin insanlarına durup dururken neden iyilik etsin? Bilmiştir ki, ülkeni işgal edenlere minnet ve şükran duydun mu, onların elinde kukla olmak pek kolaydır. Bilmiştir ki, işgal subayından dost olmaz. İşgal ordusunun eliyle âbâd olunmaz. Toprakların yabancı bir ordunun çizmeleriyle çiğnenmekte. Can, mal, ırz yağmalanmakta. Bu yangını çıkaranların ihsanıyla gelecek hayat, ölümü arattıracak bir karanlık zulüm getirecektir. Asâlet falanca hükümdarın bilmem kaçıncı göbekten torunu olmak, paşazâde olmak, hanzâde olmak değildir, İzmir'i işgal eden Yunan ordusu subayına "Asın beni!" diyebilmektir. Yine İzmir'in işgali günlerinde -ki bu olayı birinci ağızdan dinlemişimdir- Yunan subaylarından kurulu mahkemeye bir adam müracaat eder. Akrabalarının, dedelerinden kalan arazileri hakkaniyetli bölüştürmediklerini bildirip şikâyette bulunur. "Şu kadar tarla, şu kadar bağ bahçe benim hakkımdır, onları istiyorum." Mahkeme başkanı Yunanlı hakim "Peki, madem hakkının yendiğini iddia ediyorsun, şimdiye kadar neden şikâyetçi olmadın? Neden bugüne kadar hakkını aramadın?" diye sorar. Adam ellerini ovuşturup "Sizin gibi hak hukuk tanır, adaletli bir hükûmet bekliyordum efendim" der. Dinleyici sıralarında oturmakta olan, söz konusu aileyi iyi tanıyan Türklerden biri bu yaltaklanma, bu yalakalık karşısında tiksintiyle adamın yüzüne tükürür. Asâlet kelimesinin zıt mânâlısı olarak hangi kelimeleri biliyorsanız bu adam için de onları kullanın. Bunları niye anlattım şimdi? Hiç... Ne demiş şair: Bir gün gele Nevres okunur böyle gazeller, Kaydet ko bulunsun bu da divan arasında.