Tesadüfün böylesi... Akşamın geç bir saatinde -Türkiye'de gün ağarmıştı bile- kitap okuyordum. Attila İlhan'la yapılan röportajları bir araya getiren bir kitap: Söyletme Kötüyü. Diyordu ki: "..... Fransız toplumunda Fransız aydını ile Fransız halkı arasında bir fark vardır... Her yerde olur bu fark. Fransız aydınları daha derin, daha teferruatlı düşünürler, daha çok şey bilirler. Halk daha az bilir, daha az teferruatlı bilir, düşünür. Yalnız aydınlarla halk arasındaki fark bir derece farkıdır. İkisi de aynı istikamettedirler. Aydınlar biraz öndedirler. Halbuki bizde böyle değil. Aydınlarla halk arasındaki fark mahiyet farkı. Aydınlar kendilerini hangi ülkenin kültürüne adamışsa, Paris'e, Londra'ya, Washington'a, Moskova'ya, Pekin'e, Kahire'ye, Tahran'a göre ayarlıyor. Ve aydın bu tavırla ortaya çıkıyor. Halk ise Türk... Halkımız kesinlikle herhangi bir yere ayarlı değil. Bu çerçeve içerisinde Türk aydını ile Türk halkı arasında çok ciddî bir kopukluk var. Türk aydını halkına kesinlikle yabancılaşmış bir aydın. Bu sömürgelerde görülen aydın tipidir. Bağımsız ve gelişmiş ülkelerde böyle aydın olmaz. Bu Tanzimat'tan sonra başlayan 'alafranga' dediğimiz aydın tipidir. Bu Batılı bir kültürün Türkiye'deki acentesidir. Oysa halk, bunlara müthiş içerlemekte, bunları kesinlikle sevmemektedir." Diyordu ki: "Fransızın sosyalisti, liberali, muhafazakârı, kralcısı, hatta anarşistinde, bunların hepsinde tarih ve yurt bilinci var." Diyordu ki: "Bizim yeni yetişen kuşakların çoğunda dil ve tarih bilinci noksanlığı görüyorum." Diyordu ki: "Şairleri amigoları değil, şiirleri yaşatır; nesillerden nesillere devreder, ebediyete uzatır. Ölmüş bir şaire gösterilebilecek en yüce saygı, ezberimizdeki bir veya birkaç şiirini -hiç olmazsa, birkaç mısraını- hatırlayıp tekrarlamak olmalıdır. Başkalarına da tekrarlatmak... Ha, bakın, hiçbir şiiri aklımıza gelmiyor, maalesef hiçbir mısraını hatırlayamıyorsak, işte o fena, işte o zaman eyvah! Dünyanın hiçbir dergisinde, yayımlanmış hiçbir haber ya da yorum, artık şairi kurtaramaz. Çünkü bu şairin ikinci ölümü demektir, yani gerçek ölümü!" Sonra... Sahurdan sonra televizyonu açtım -ki Türkiye'de öğle vaktiydi- ilk duyduğum şu cümle oldu: Attila İlhan vefat etti. Tesadüfün böylesi görülmemiştir! Allah'tan rahmet diliyorum. Şiirleri bu kadar dillerde yer ettiğine göre "ikinci ölüm" ona gelmeyecek. Atatürk Kültür Merkezi'ndeki cenaze töreni sırasında bazı gençlerin elleri havada, çığlık çığlığa, ıslık ıslığa bakan Attila Koç'u protesto edişlerini hayretle, ibretle seyrettim. Attila İlhan'ın cenazesine gelmişler ama Attila İlhan'ı demek ki hiç anlamamışlar. Attila İlhan bu slogancılığa, bu yaygaracılığa, bu ucuzculuğa, bu seviyesizliğe karşı durmuştu. Cenaze merasimini protestoları için kullanacak kadar küçülen insanların varlığından şairin ruhu muazzeb oldu. Islık çalan, yuh çeken öfkesi burnunda gençler ( ve genç olmayanlar)! Bilin ki protestonuzun yeri orası değildi; yaptığınız cenazeye de, Attila İlhan'a da büyük saygısızlık olmuştur.