Rahmetli babaannemden duyardım, "buldumcuk" diye bir lâf. Buldumcuk olmak.... Daha ziyade uzun yıllar bekâr yaşayıp da yaşlanmaya yüz tuttuğunda evlenen, geç bulduğu eşini yere göğe sığdıramama halleri içine düşen ve gülünç olan insanlar için söylenirdi. Dil bilgisi kâideleri arasında yeri yok. Sadece halk zekâsından doğmuş bir kelime. Son haftalarda Kemal Derviş ailesi karşısındaki vaziyetimiz de bu kelime ile açıklanabilir. Buldumcuk olduk! Önce Kemal Derviş, ardından karısı, ardından oğlu... Kemal Derviş hükûmetimizde bir bakandır, üstelik Amerika'dan "kurtarıcı" olarak getirilmiş, olağanüstü vehmedilen bir bakan. Elbette demeçleri, basın toplantıları, ziyaretleri hepimizi ilgilendirir. Fakat daha ilk günden medyanın tavrı sıkboğaz etmek şeklinde oldu. Gazeteciler kaldığı otelin önüne kamp kurdu, attığı her adım tesbit edildi, ağzının içine bakıldı. Hele eşinin gelişiyle ilginin dozu arttı. Sayın bakanın eşini neredeyse "millî yenge" ilân ettik. (Yenge tek de değil, bir de eskisi var. Gazeteciler onun da peşine düştü.) Gittikleri şehirlerde vatandaşın sevgi gösterisinde bulunması Türk misafirperverliği dairesinde değerlendirilebilirse de, medya mensuplarının tavrı şaşkınlık verici olmaktan öte, meslek adına utanç verici. Nereye adım atsalar peşlerinde bir televizyoncu ordusu. Omuzlarında ağır ağır film makinaları ile koşturuyorlar; kapıları, pencereleri önünde saatlerce bekliyorlar. Çektikleri çile yüzünden onlara acıyorum da. Ve tabiî televizyon kanallarında ana haber bültenlerinde her akşam Derviş ailesi dosyası. Sabah şu saatte evden çıktılar. Tenis maçında Catherine kocasını seyretti. Catherine evde temizlik yaptı, çiçekleri suladı. Catherine kocasına merhaba dedi. Catherine camiye girerken başını örttü. Catherine'nin kıyafeti, makyajı, Öğle yemeği mönüsü. Akşam yemeği mönüsü, Amerika'daki hayatlarında görmeyi hayal bile etmedikleri bir ilgi. Dünya Bankası'nın iki düzine başkan yardımcısından biri ile, kütüphânenin Çince uzmanını gazeteciler, televizyoncular ne yapsın? Niye peşlerinde dolaşsın? Konuşma yaptıkları, tebliğ sundukları programlarda belki birkaç gazeteci bulunurdu, o kadar. Böylesine attıkları her adımdan bütün milletin haberdar edildiği bir ortamdan gelmiyorlar. Onlara da yazık! Neye uğradıklarını anlayamadılar. Ne oldum delisi olacaklar. Belki de zavallı kadıncağız bu kadar takip edilmekten memnun değil. Biz Amerika'da, bırakın Dünya Bankası'nın idarecilerini, gündelik hayatı halkın en çok ilgisi dahilinde olan cumhurbaşkanının bile yemek listesini öğrenmiyoruz. Ayıptır hanımlar, beyler! Gazeteciliği, televizyonculuğu bu kadar ayağa düşürmeyin. Eğer ille de onların özel hayatlarından sahneler verecekseniz bari haber bültenlerinde vermeyin, magazin programlarına koyun. Haber seyretmeye oturan vatandaşın Catherine Derviş'in giydiğinden, yediğinden önce öğrenmek istediği şeyler var. Haber bültenlerini bu kadar gayri ciddî hale getiremezsiniz. Derviş çiftinin geldikleri ülke Amerika'nın televizyon haber bültenlerine bir göz atın. Hem diğer devlet adamlarımızın yedikleri, giydikleri hiçbir zaman bu kadar merak konusu olmadı, olmuyor. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan eşlerinin yapıp ettikleri bu kadar takip edilmedi, edilmiyor. Derviş'lere ilgi Amerika'dan geldikleri için mi? Catherine'e ilgi Amerikalı olduğu için mi? Yabancı marka kot, yabancı parfüm, yabancı sigara düşkünlükleri gibi bir merak mı bu da? Yoksa çaresizlik mi, zaafiyet mi? Heyhat! Bu hal bizde yeni değil! Mehmet Akif Safahat'ın Âsım bölümünde, memleketimizde kurulmuş Mülkiye, Tıbbiye, Bahriye, Mühendishâne gibi, "aydın" yetiştiren yüksek okulları saydıktan sonra der ki: ....... İşimiz düştü mü tersâneye yahut denize/Mutlaka, âdetimizdir, koşarız İngiliz'e, Bir yıkık köprü için Belçika'dan kalfa gelir/Hekimin hâzıkı bilmem nereden celbedilir. Meselâ, bütçe hesabâtını yoktur çıkaran/Hadi maliyyeye gelsin bakalım Mösyö Loran... .......