Demek ki dünyanın her yerinde insanlar aynı. İnsana ait konular da. Tabiî ki politika da. ABD'de cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyaları kızıştı. Muhalefette olan Demokratik Parti ülkenin nasıl berbat vaziyette olduğundan bahsediyor. 1990'lı yıllarda Cumhuriyetçiler muhalefetteydi, o zaman da onlar ülkenin gidişatının ne kadar kötü olduğunu anlatıp duruyorlardı. Adaylar daima korkulara oynuyor. Propagandalar olumsuzluklar üzerine bina ediliyor. Yani kısacası "enkaz edebiyatı" daha kampanyalar döneminde, enkaz daha "devralınmadan" başlıyor. Halbuki Gregg Easterbrook "Gelişmenin Paradoksu" isimli yeni kitabında Amerika'da işlerin iyiye gittiğini gösteren örnekler vermiş. Kişi başına düşen millî gelir, ortalama ömür, alım gücü, eğitim seviyesi, şahsî hürriyetler hatta IQ puanları bile, Washington'da hangi parti iktidarda olursa olsun artış halindeymiş. Azalması istenenler de azalmış. Suç oranlarında büyük bir düşüş var. Geçen yıl New York'ta işlenen cinayet 1963'ten beri en aza düşmüş. Sera gazları hariç kirlilik azalmakta. Kalp krizi ve felç vakaları, birçok kanser türü azalmakta. Yoksul sınıfına giren nüfus 1960 yılında yüzde 22 iken, geçen sene yüzde 12.1'e inmiş. Boşanma, sigara ve alkol bağımlılığı, içkili araba kullanma, uyuştucu kullanma oranları hep düşmekte. Hayat standartlarını ilgilendiren konularda da büyük gelişme var. Bugünkü ortalama Amerikan evi 1950'li yıllardaki Amerikan evinden iki misli daha büyük. O yıllarda lüks sayılan klima şimdi ne arabalarda, ne evlerde lüks sayılıyor. Arabalar o yıllara göre daha konforlu olduğu kadar daha emniyetli ve trafik kazaları da gitgide azalıyor. Elektronikteki göz kamaştırıcı gelişmeler dünyanın her yeriyle hızlı ve ucuz haberleşme sağlıyor. Buna rağmen kendini mutlu sayan Amerikalı sayısı 1950'li yıllardakine göre bir artış göstermemiş. Yazar soruyor: Hayat daha iyiye giderken neden kendimizi daha kötü hissediyoruz? Kitabında cevaplar vermeye çalışmış. Politikacılar da, yazarlar da (ya da insanoğlu!) tezlerine uygun örnekleri kolayca bulabiliyor. İyileri göstermek isteyen iyileri, kötüleri göstermek isteyen kötüleri gösteriyor. Bardağın yarısı dolu mu, boş mu hikâyesi. Easterbrook Amerika hakkında böyle iyi şeyler yazıyor ama... Meselâ, evet, bütün büyük şehirlerde suç oranlarının son on yılda yüzde 50 oranında düşmesine rağmen ABD hâlâ dünyanın cinayet oranı en yüksek ülkelerinden biridir. Ancak ruh sağlığı meselesinin bardağa girecek tarafı yok! Belli başlı bir sebebe bağlı olmaksızın depresyonda olan insan yarım yüzyıl öncesine göre on kat daha fazla imiş. Dünya Sağlık Teşkilâtı'nın raporlarına göre 100 milyon insan ciddî olarak depresyonda. Bu nüfusun büyük çoğunluğu da ABD ve Avrupa Birliği'nde. Amerika'da halkın yüzde 25'i hayatlarında en az bir defa hastahânelik olacak seviyede depresyona girmiş. Bu ruh halinin 11 Eylül'le de ilgisi yok, 11 Eylül'den önce yapılan anketlerde Amerikalıların yüzde 66'sı işlerin kötüye gittiğini söylüyordu. Daha rahat, daha konforlu hayat süren insan daha mutlu değil. Varlık içinde, darlık hali midir, nedir? Halkın kendini böyle kötü hissetmesinde oy kaygısıyla olumsuz propagandaya bayılan politikacıların rolü mü var acaba?