Bu insanlar nereye bakıyor?

A -
A +

İlk defa gittiğiniz bir ülkede en zor iş nedir, size söyleyeyim: Caddede karşıdan karşıya geçmek. Bu işi hafife almayın. Her ülkenin sürücülerinin yayalar karşısındaki tavrı, yayalara olan muamelesi farklıdır. Bu tavrı ve muameleyi öğrenmek en azından 24 saatinizi alabilir. Meselâ, Amerika'da yayalar ezilmez, nerede olurlarsa olsunlar, geçiş üstünlükleri vardır. Londra'da böyle değil. Sadece trafik ışıklarında ve yaya geçidi çizgisi olan yerlerde emniyet içinde karşıdan karşıya geçebilirsiniz. Bunun dışındaki yerlerde, küçük sokaklarda, park yeri girişlerinde, çıkışlarında filan "şoför beni gördü, durur" derseniz ezilirsiniz. Bileceksiniz ki, Londra'da yaya geçidi olmayan yerlerde motorlu taşıtların geçiş üstünlüğü vardır! Siz siz olun, ilk defa gittiğiniz bir ülkede önce bunu öğrenin. Hayat memat meselesi! "Şoför beni gördü" derken... Sizin "şoförü" gördüğünüzden de emin olmanız gerekir! Şoför diye gördüğünüz ön koltuktaki yolcudur zira! "Ters" İngiliz trafiğinde ülkeye yeni gelenlerin başına gelen bir durum bu. Önde iki kişi oturuyorsa göz teması kurmak için baktığınız şoförün şoför olmadığını görüyorsunuz. Birşeyi teoride bilmek pratikte sonuç getirmiyor her zaman. İngiltere'de trafiğin böyle olduğunu bilmeyen yok. Ama yine de gözünüz şoför diye arabaların, otobüslerin sol köşesine kayıyor. Böyle alışmışsınız bir kere. Bakıyorsunuz ya boş... Ya da şoför sandığınızın önünde direksiyon yok! İlk 24 saatin sonunda bu tersliğe de alışıyorsunuz. Işıksız yollarda karşıdan karşıya geçilecek yerlerde, yere, asfaltın üstüne yayalar için beyaz boyayla uyarılar yazılmış. Kimi yerde "Sağa bakın." yazıyor. Kimi yerde: "Sola bakın." Arabaların geliş yönüne dikkatiniz çekiliyor. Yani öncelikle yere bakacaksınız! Sağ mı diyor, sol mu? Ve sağınızı, solunuzu şaşırmayacaksınız! Sağa bakın, sola bakın derken, kraliçeye bakın! Buckingham Sarayı, etrafı yemyeşil parklarla süslü bir meydana bakıyor. Upuzun bir bina. Demir parmaklıklarla çevrili. Her bir demir çubuğun arasında bir baş! Benimki dahil! Saray çepeçevre insan başlarıyla kuşatılmış durumda. Turist başları! Gözler içeri dikili, ellerde fotoğraf makineleri. Bir süre böyle başım demirlere dayalı, gözüm içeri dikili durduktan sonra aldı mı beni bir gülmek?! Allahaşkına, biz ne yapıyorduk? Yani ne bekliyorduk? Kimi görmeyi umuyorduk? İkinci Elizabeth perdeyi aralayıp da bize görünecek diye mi bekliyorduk? Ipıssız bir bahçe. Sadece iki ana kapının önünde ikişerden dört adet muhafız. O kabarık şapkalı meşhur kıyafetleri içinde kapıları uygun adım arşınlıyorlardı. Onun dışında koca binada bir hayat emâresi yoktu. Ve bizler demirlerden sabırla bakmaya devam ediyorduk. Acaba dedim şu tül perdelerden birinin arkasında kraliçe de bizlere bakmakta mıdır? Durmuş da bizlerin haline gülüyor olmasın! Aslında saray yaz ayları boyunca halka açık. Fakat bu mevsimde kraliyet ailesi yazlık saraylarından döndükleri için halkın ziyaretine kapatılıyormuş. Bu mevsimde sadece böyle demir parmaklıklardan bakabilirsiniz. Bakmak serbest! İngiliz kültüründe her şeyin başına bir kraliyet sıfatı eklemek geleneği var. Geçen sene, Atlantik'in orta yerindeki Britanya Milletler Topluluğuna dahil bir adacıkta mihmandarımız yamaca kurulmuş -doğrusu çok güzel manzaralı- hapishâneyi işaret edip "Majestelerinin hapishânesi" deyince garibime gitmişti. İngiltere'de de pekçok işyerinin, iş kolunun başında "royal" sıfatı. Kraliyet! Kraliyet Posta Servisi, Kraliyet Rasathânesi, Kraliyet Hastahânesi, Kraliyet Tiyatrosu, Kraliyet Shakespeare Kumpanyası... Monarşi artık sadece bu sıfattan ibaret galiba.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.