Bu ara her gün bir cenaze merasimi var. Bazı vakitlerde yaprak dökümü hızlanıyor. Vâdesi dolan gidiyor. Ancak vâdenin süresi belli değil. Faruk Nafiz'in mısralarını düşünün: Öleceği gün meçhul olmalı insanların, O gün uzak olsa da, değil mi günü belli, Yoktur günü bilinen ölümlere teselli. Doğru değil mi? Dünyayı bırakıp gideceğimiz gün belirli olmadığı için dünya hayatına sarılıp birşeyler yapmaya gayret ediyor, ümit ediyor, hayaller kuruyor, plânlar yapıyor, dünya telâşeleri içinde mutlu oluyoruz. Nezih Demirkent'in tabutuna omuz veren Kemal Albayrak ertesi gün aynı yerde, aynı saatte o tabutun içine kendisinin gireceğini bilmiş olsaydı... Bilgilerin en zalimi budur. "Sırası gelmek" der halkımız. Yani bir ömür yaşamış olmak. Her ne kadar Yunus: Ömrün senin ok gibi yay içinde dopdolu Dolmuş oka ne durmak ha sen onu attın tut diyerek ömrün kısalığını dile getirse de kulların hesabına göre bir ömür; ev, bark, iş, güç, çoluk, çocuk, torun sahibi olup yaşlanmaktır. Kul hesabına göre sırası gelmeden, yolun başındayken gidiverenleri de görüp ne kadar yanıyoruz?! Yunus: Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibiderken genç ölümlerin kalanlara çok daha fazla acı verdiğini söyler. O halde, bu iki kapılı handan başka bir çıkış yolu olmadığına göre, bir ömür yaşayıp da, hem de dolu dolu, hayırlarla yâdedilecek bir ömür yaşayıp da gidiş, tesellimizdir. Haber bültenlerinin vazgeçilmez görüntüleri cenaze merasimleri oldu. Normal olarak imam cenaze namazından önce nasıl kılınacağını birkaç cümle ile anlatır. Çünkü her gün kılınan bir namaz olmadığı için cemaatin unutmuş olması ihtimali vardır. Hatta cemaatin arasında ilk defa cenaze namazına iştirak edenler de bulunabilir. Son zamanlarda imamların cenaze namazını tarif etmesine gerek yok! Herkes ezberledi. Hatta vakit namazı kılmasını bilmeyenler de cenaze namazını harfiyyen öğrendi. İş, basın, sanat, siyaset dünyasından ünlüler... Ağladıkları yahut ağlamadıkları görülmesin diye takılmış kara gözlükler. İnsanları son zamanlarda en ziyade cenazeler bir araya getirmekte. Omuzlar üzerinde bir tabut. Kimi tabutlar sadece Âyet-i Kerime yazılı yeşil örtü ile örtülü. Kimileri sadece albayraklı. Kimilerinde ikisi de var. Kimilerinde ilâveten bir de gelinlik var, duvak var. Kabaklı Hoca'nın tabutunda üç örtü vardı: Yeşil örtü, albayrak, gökbayrak. Ömrü boyunca omuzlarına aldığı vazife İslâmiyet, Türkiye ve Türk Dünyası'nın dertleri olan bir dava adamının cenazesini bundan daha mânâlı tefriş olabilir mi? Bu Cumartesi günü (25 Şubat) New Yok Fatih Camii'nde Kabaklı Hoca için bir mevlid tertip edeceğiz. Amerika'daki Türk dostları onun arkasından Fatiha'lar okuyacaklar. Ardından da Ermeni meselesi üzerine bir panel tertipleyeceğiz. Yıllardan beri burada yaptığımız faaliyetleri Kabaklı Hoca'ya haber verirdim, ne kadar memnun olurdu? Şimdi kime haber vereceğim? Bundan böyle yazdıklarımızdan, konuştuklarımızdan haberdar olamayacağını düşünmek bende bir kırgınlık, isteksizlik meydana getiriyor. Fakat, gidenlerin bu dünyada olup bitenleri günü gününe haber aldıklarına inanmak istiyorum. Fikir ve basın hayatımızdan son iki haftadır vâdesi dolup gidenler için, Prof Dr. Mahmud Esad Coşan, Prof. Dr. Ali Uyarel, Nezih Demirkent, Kemal Albayrak için Allah'tan rahmetler diliyorum. Fikirleri, görüşleri ne olursa olsun herbiri kültür hayatımızın kayıplarıdır. Ne yazık ki, geride kalanlardan kimileri (ileri geri konuşan yahut hiç konuşmayan kimileri) bunun farkında değil.