Rumeli'de ecdad izi aramakla geçen günlerden beri çınar ağaçlarını daha fazla seviyorum. Çınar gerçekten bizim ağacımızmış! Osman Gazi o rüyayı gördüğünden beri Türkler ayak bastıkları her yere çınar dikmişler belli ki. O coğrafyada kubbeler, minareler, hanlar, hamamlar bir yana öyle çınarlar gördüm ki toprağa vurulmuş mührümüz. Çınar ne kadar heybetli bir ağaçmış! Üç dört kişi el ele tutuşup çevresinde halka olsa gövdesini kucaklayamaz. Dalların her biri bir ağaç. Bir tek çınar bir çay bahçesini gölgelemeye yetiyor. Bir şehre varıyorsunuz, iki cami varsa biri metruk, kubbesi ot bağlamış. Ama çınarlar ayakta. Başka bir şehre geliyorsunuz cami kiliseye döndürülmüş, ama çınarlar hâlâ çınar! Başka bir şehirde ne cami, ne türbe, ne han, ne hamam, hepsi yer ile yeksân olmuş, ama çınarlar duruyor! Bazı şehirlerde tek bir evlâd-ı Fatihan torunu kalmamış ama çınarlar orada! Kubbeler, minareler bazen bakımsızlıktan, bazen kasten harabeye dönüyor, başka maksatlarla kullanılıyor, yahut yıkılıyor, yerine başka binalar dikiliyor. Ama çınarlar öyle değil. Gökten yağmur yağıp güneş açtığı müddetçe yaşamaya devam ediyor onlar. Asırlara göğüs germiş çınarlar. Muharebelere, isyanlara, bombalara, yangınlara, depremlere... Bazıları o kadar yaşlanmış, içi çürüyüp boşalmış ama hâlâ hayatta, hâlâ toprağa tutunmaktan, başını göğe yükseltmekten vazgeçmemiş. Öyle çınarlar gördüm ki, sanki tarih kitabı... Çınar ne kadar mübarek ağaçmış! Üç ülke dolaştık, Yunanistan, Makedonya, Bulgaristan. Yolculuğun ikinci gününde çınarların ne demek olduğunu anladım. Bir şehre vardığımda minareler, kubbeler arayan gözlerim aynı anda çınar arar oldu. Öncekiler yoksa bile oradaki çınar yüzümü aydınlattı. Demek atalarım buradaymış! Demek bu toprağı vatan edinmişler. Hâsıl-ı kelâm Rumeli'de çınarlar gördüm. Evlâd-ı Fatihan torunları gibiydi. Her şehirde çınarlar ve tanıdıklar! Gittiğimiz hemen her şehirde bir tanıdık bulduk. Oralı olanlar bir yana, orayla "anılanlar" vardı: Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Florinalı Nazım, Manastırlı Hamdi, Resneli Niyazi, Debreli Hasan, Dramalı Hasan, Filibeli Ahmed Hilmi, Yanyalı Fehmi, Vodinalı Hakkı... Bizim tarihimizde vardır böyle, isimleri doğdukları şehirle özdeşleşmiş insanlar: Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Bağdatlı Rûhi... Hey gidi Rûhi, hey gidi Bağdat! Gezdi yürüdü bulmadı bir eğlenecek yer/Min ba'd yine âzim-i Bağdad olayım der. Der de... Bağdat'ı yerinde bulur mu?