Clinton'lı günler

A -
A +

Bugünlerde Türkiye'de herkes Bush'u konuşuyor. Bush'lu günler yaşıyorsunuz. Kalacağı yerler, geçeceği yollar, yediği, içtiği, vesaire... Ama Amerika'da eski başkan Clinton gündemde. Piyasaya yeni çıkan, hayatını anlattığı kitap bugünlerde bir numaralı konular arasında. Salon.com'da yayımlanan röportajda Clinton'a soruluyor: Bush yönetiminin El Kaide ile Irak arasında bağlantı kurarak halkı yanlış yönlendirip yönlendirmediği konusunda ne düşünüyorsunuz? Clinton'ın cevabı şöyle: "Beyaz Saray'da olduğum zaman zarfında ben bir bağlantı farketmedim. Elbette, Irak'ta hiç El Kaide üyesi yoktu denebileceğini düşünmüyorum. Fakat bu ikilinin iş birliği halinde oldukları, beraber hareket ettikleri konusunda hiçbir bilgim yoktu. Irak'ın 11 Eylül olaylarının arkasında olmadığından da emindim, çünkü o işi gerçekleştirecek terörist kapasiteleri yoktu. Ben bütün dünya gibi silah denetçilerinin Irak'taki işlerini bitirmelerinden yanaydım. Korkum şuydu, her türlü diktatörlük güç kaybetmeye, kontrolü kaybetmeye başladığında, ki Irak öyle görünüyordu, eğer elinde hâlâ biyolojik ve kimyevî silah varsa, birileri çıkıp onları satabilir, yahut öylesine verebilir, yahut silahlar çalınabilir. Fakat ben asla, Irak ve El Kaide beraber çalışıyor diyebileceğimiz bir delil görmedim.. Nitekim, 11 Eylül araştırma komisyonu da Irak ile El Kaide'nin birlikte hareket ettiklerini kabul etmedi. Başkan Yardımcısı Cheney hâlâ bir bağ olduğu konusunda ısrarlı, fakat ısrar etmek ile delil göstermek arasında fark vardır. Eğer herhangi bir delilleri olsaydı, onu gösterirlerdi, halbuki şimdiye kadar böyle bir delil görmedim." İkinci soru şöyle: Son günlerde Irak'ı işgalin çok aceleye getirildiğini söylüyor, başkan silah denetçilerinin işlerini tamamen bitirmelerini beklemeliydi diyorsunuz. Bu savaşın haklılığı konusunda ne diyorsunuz? "..... 11 Eylül'ü kimin yaptığını, terörist tehdidin ne olduğunu düşünürsek Afganistan'a yalnızca 12 bin ilâ 15 bin asker gönderip Irak'a 150.000 asker göndermenin hayli garip olduğu anlaşılacaktır. Fakat Paul Wolfowitz'in değişmeyen teorisi şuydu: Eğer Saddam'ı defedersek Orta Doğu'da demokrasiyi yerleştirebiliriz, bu da öteki Arap diktatörlüklerini sarsar ve bu da İsrail ile Filistin arasında barışın tesisi yolunda kuvvetli bir manivela gücü oluşturur. Savaş kararı alırken tek hukukî mazeret, Saddam'ın Birleşmiş Milletler'in, yasaklanmış mühimmâtı imha etmesi için çıkardığı kararlara uymaması olabilirdi. Birleşmiş Milletler silah denetçisi Hans Blix'in vermesi gereken kararı biz vererek savaşın başlamasına nasıl sebep olduğumuzu da anlamadım. Eğer Blix deseydi ki, bu adam bizimle işbirliğine yanaşmıyor, bu adam kötü, bu adamı alaşağı etmek lâzım, o vakit askerî harekâta ben de destek verirdim. Eğer öyle olsaydı, Güvenlik Konseyi'nin oylama sonucu ne olursa olsun dünyada çok daha fazla müttefikimiz, çok daha az düşmanımız olurdu, kimse de farklı bir gündemimiz olduğunu düşünmezdi." Bakalım, NATO zirvesinin gündeminden neler çıkacak?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.