Bayramoğlu'ndan yazan bir hanım okuyucumuz hem şaşkın, hem kızgın. "Evimizin önü kumsal ve deniz" diyor. "Her gün yaşları 10 ila 15 arası bir alay erkek çocuğu geliyor. Yapıp ettiklerini nasıl anlatsam?! Zaten seyretmeyi de midem kaldırmıyor ve denizi görmeyen odalara kaçıyorum. Bu çocuklar altlarında, üstlerinde ne varsa çıkarıyor, birbirlerine elle, dille sarkıntılık yaparak sözüm ona oynuyorlar. Dün aralarından biri, kumsalı evlerden ayıran duvarın dibine çömeldi, artık büyük abdest mi küçük abdest mi ne yapacaksa, arkadaşları etrafına halka olup bağırışa çığırışa seyre koyuldular. İnanabiliyor musunuz? Bunlar ne biçim iştir? Bu çocukların aileleri nasıl insanlardır? Bu çocuklar okullarda nasıl eğitilmektedir. Ayıp yok, günah yok, yasak yok! Peki bu çocuklar hangi terbiye vasıtaları ile eğitilecektir? Bu kadar saygısızca, pervâsızca, ahlâksızca büyüyen çocuklar ne tip bir yetişkin olacaklardır?" Okuyucumuzun yazdıklarını okurken gerçekten gözlerim faltaşı gibi açıldı, onun şaşkınlığını ve kızgınlığını paylaşıyorum. Ve 18 sene önce Amerika'ya geldiğim vakitki şaşkınlıklarımı hatırlıyorum. Bu memleket bana çok açık, çok saçık, çok hayâsız görünmüştü o zaman. O yıllarda Hürriyet Heykeli tamirat dolayısıyla çelik kafes içindeydi, ona bakıp bakıp "Hürriyet yara almış, hürriyetin tamire ihtiyacı var" diye yazdığımı hatırlıyorum. Ama okuyucumuzun anlattığı gibi olaylara, doğrusu ya, hürriyeti sınırsız kabul edilen bu ülkede bile rastlamadım. (Sadece bir defa New York metrosunun bir istasyonunda, homeless=evsiz denen, aklî dengeleri pek de yerinde sayılmayan insanlardan, orta yaşlı bir zencinin istasyon sütunlarının birini kendine siper edip gazetesini yere açarak büyük abdest yaptığını hatırlıyorum.) ABD'nin eski cumhurbaşkanlarından Kennedy'nin bir sözünü sık sık tekrarlarım. "Yanlış eğitilmiş çocuk kaybedilmiş demektir." İlköğretimi 8 yıla çıkarmakla gurur duyuyoruz. Şimdi de mecburî eğitimin 12 yıla çıkarılması düşünülüyor, lise 4 yıl olacak. Elbette öğrencileri okulda ne kadar uzun süre eğitebilirsek kârdır amma "eğitebilirsek"... Rakamlar üzerinde oynamak doğru eğitimi getirmiyor ve eğitim kalitesini yükseltmiyor. Doğru eğitimin ne olduğu konusunda hemfikir olduğumuzdan da emin değilim. Açık oturumcularımız bir de bu konuyu tartışsa... Peki, okulda verilen eğitim yüzde yüz doğru bile olsa mesele hallolmuş sayılır mı? Hayır! Bu da yeterli değildir. Eğitim okul çatısı ile sınırlı değildir. İş okulla bitmemektedir. "Sadece okulda eğitilen çocuk eğitimsiz kalır" iğneli sözü de Bernard Shaw'a aittir. Ben de diyorum ki, okul dışında da eğitilen ama yanlış eğitilen çocuk da kayıplar kervanına karışır. Çocuklarımız okul dışında ev, mahalle, sokak, televizyon tarafından eğitilmekte, şekillendirilmektedir. Gördüğümüz bütün can sıkıcı, moral bozucu, ahlâk dışı manzaraların sebeplerini araştırırken, okulun yanısıra, aile ocağımızı, soframızı, mahallemizi, televizyon ekranlarımızı, gazete sayfalarımızı gözden geçirelim. Yeni neslin gidişatından bunların hepsi sorumludur. Her yaştan insana kötüyü, yanlışı, çirkini öğretmek için başlıca iki mefhum, iki kelime vardır: Ayıp ve günah. Biri kuldan utanmak, öteki Allah'tan utanmak ifadesi. Vicdanları, nefisleri bekleyen, maaşsız, masrafsız iki bekçi. Bu iki mefhumu kaldırdığımızda insanoğlunu eğitmek için elimizde ne kalacak? Ayıp "kişi özgürlüğüne" aykırı, günah "lâikliğe aykırı" dedik, ikisini de kaldırdık attık. "Çocuklar hür iradeleriyle doğruyu eğriyi bulsunlar, küçük yaşta beyinlerini yıkamayalım" dedik. Sahi, bir de "yasak" vardır. O da devletin koyduğu engellerdir. Ama Allah'tan ve kuldan utanma duygusu dumûra uğramış insanların, devleti ve yasakları da görmezden gelmeleri çok yaygın bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.