Fahrenhayt 451, Ray Bradbury'nin 1966'da yayımlanan bilim kurgu romanı. Eserde muhayyel bir ülkede, muhayyel bir zamanda kitaplar yakılmaktadır. Toplanıp toplanıp yakılmaktadır. (Gerçi bu iş pek de "kurgu" sayılmaz, gerçek zamanda, gerçek ülkelerde de kitaplar yakılmıştır, yakılmaktadır.) Fahrenhayt sistemine göre 451 derece kâğıtların yanma noktası. Amerika'nın sivri dilli yazar-yönetmeni Michael Moore'un son filmi de bu romandan mülhem: Fahrenhayt 9/11. Film iki saatlik bir belgesel. Biliyorsunuz Cannes Filim Festivali'nde en iyi film ödülünü aldı. ABD'de gösterme girip girmeyeceği, yasaklanıp yasaklanmayacağı bir süre tartışılmıştı. Dağıtıcı şirket yan çizdi, başka şirket bulundu derken... film geçen hafta bütün ülkede gösterilmeye başlandı. Şu anda liste başı. Aslında filmin yasaklanmayı gerektirecek bir durumu yok. Michael Moore'un son kitabı Dude, Where is My Country? (Türkçesi: Ahbab, Memleketim Nerede?, Bâbıâli Kültür Yayıncılığı)'nin beyaz perdeye uyarlanmış hali. Moore o kitabında, filmde sergilediklerinden çok daha kirli çamaşırları ortaya döküyor, kat be kat fazla deliğe çomak sokuyor. Kitap şakır şakır satıldığına göre film de sere serpe gösterilebilir elbet. Tabiî görüntü daima yazıdan daha tesirlidir. Seyretmek okumaktan çok daha kısa yoldan insanın içine işler. Fahrenhayt 9/11, 11 Eylül olayları ile başlayan dönemi ele almış. Başta 2000 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dönen dolaplar ve Bush'un Beyaz Saray koltuğuna nasıl hile ile oturduğu anlatılmakta. (Bu olaylar da Moore'un bir önceki kitabı Aptal Beyaz Adamlar'da geniş geniş yazılmıştır.) Baba ve oğul Bush'un Bin Ladin ve Suudî Kraliyet aileleri ile dostlukları, ticarî ilişkileri, Bush Texas valisi iken Tâliban üyelerinin, petrol ve doğal gaz boru hattı görüşmeleri için yaptıkları ziyaret, 11 Eylül faciasının ardındaki soru işaretleri... Afganistan harekâtının asıl maksadı, Irak işgalinin asıl maksadı. Bush yönetiminin en nüfuzlu isimlerinin Orta Doğu ve Orta Asya'daki karanlık ve kârlı bağlantıları. Moore can alıcı noktaları yakalamayı ve kara mizah kalıbına sokup önümüze koymayı bilen bir yönetmen. 1970'li yıllarda seyrettiğim Yeşilçam filmlerinden bu yana ağladığım ilk sinema salonu Fahrenhayt 9/11'inki oldu. Irak işgalinin yürek parçalayıcı manzaraları karşısında gözyaşı dökmemek mümkün değil. Amerikalı ve Iraklı anaların acısı eşit oranda ekrana gelmiş. Öte yanda Paul Wolfowitz'in bir televizyon programına hazırlanırken tarağını ağzına alıp ıslattığını, ardından bir de eline tükürüp saçlarına sürerek perçemini dana yalamış hale getirdiğini görerek gülüyorsunuz. Bazı münekkitler filmin belgesel (dokümanter) olmadığı görüşünde. Bu fikre katılabilirim. Belgesel deyince objektif bakış açısı ile çekilmiş film akla geliyor. Moore'un Bush iktidarı karşısında objektif bir bakış açısı olmadığını söylemeye gerek yok; tıpkı kalemi gibi, kamerasını da Bush'u ve çevresindekileri yere çalmak, aleyhte kamuoyu oluşturmak için kullanmaya yeminli görünüyor. Kasım ayındaki seçimde Bush yeniden seçilmezse, bu işte Michael Moore'un hayli rolü olacak. Film bittikten sonra bir kere daha anlıyorsunuz ki savaşı devletler çıkarır, halklar ölür, dev şirketler kazanır.