Sanatçılar topluma benzemek zorunda değillerdir. Hatta onları sanatçı yapan farklılıklarıdır. İnsanı, eşyayı, hayatı, dünyayı farklı algılayışları. Farklı düşünmeleri, farklı söylemeleri. Bu farklılığa saygı duyarız. Bu farklılık sanatçıları yalnızlaştırır. Hatta yabancılaştırır. Bu yalnızlaşma ve yabancılaşmayı kendileri de toplum da peşinen bilir ve kabul eder. Sanatçı kimliğinin omuzlara bindirdiği bir yüktür bu. Sanatçı bu yükü yüksünmeyerek taşır. Kelimelerine döker içini. Sazına, sözüne, fırçasına, elindeki enstrüman her neyse ona döker ve yükü hafifler. O döktükleri de zaten "sanat eseri" dediğimiz şeylerdir. Sanatçı ruh gurbetinde olan insandır. İçinde yaşadığı topluma tıpatıp ayak uydurması beklenmez. Ayak uydurmuyor diye kınanmaz. Kaldı ki bir ülkede herkesin tornadan çıkmış gibi olması da, uygun adım yürümesi de gerekmez. Cemil Meriç "Kitap ve düşünce seni vatanında garipleştirdi." demişti. Bu garipleşme karşısında sanatçı, ya Ahmet Haşim gibi "Melâli anlamayan nesle âşina değiliz." deyip fildişi kulesine kapanır, ya Necip Fazıl gibi "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!" diyerek çığlığı basar. Yani, mizacına göre, ya sessizce feryat eder, yahut birşeyleri kendi bildiği doğrultuda düzeltmek için sokağa inip bağırır. Fakat gitmez! Çekip gitmez! (Gitmek derken... Bir sebeple başka bir ülkede yaşamak değildir kastımız. Vatanında yaşamayı zül kabul edip "gideceğim" demektir.) Vatana küsülmez! Vatanda olup bitenler tenkit edilir amma vatana tavır konmaz. Sanatçıların farklılıklarına saygı duyarız. Ama ülkedeki siyasî havayı, şunu veya bunu beğenmiyorum, benim kafama göre değil diyerek çekip gitme isteği hoş görülebilir bir "sanatçı farklılığı" değildir. Bir çeşit hezeyandır. Hele şikâyetleri "el yanında" dillendirmek, büsbütün ayıptır! Evde karısıyla arasında olanları gidip mahalle kahvesinde anlatan kaba ve görgüsüz adamların haline benzer. O kadar da değil! Gidişata kızıp "vatanı terkedeceğim" demek bana küfür gibi gelir. Havasıyla, suyuyla, toprağıyla beslendiğin vatana... Sanatçının görevi gitmek değil, kalıp bildiği yolda devam etmektir. Gördüğü yanlışlıkların düzelmesi yolunda elindeki sazla, sözle mücadele etmektir. Hiçbir şeyi düzeltemese bile vazgeçmemektir. Hem vazgeçmemek, hem de millet peşine takılıp onun izinden neden yürümüyor diye şaşırmamaktır. Çünkü insanlar tornadan çıkmış değillerdir! Farklılıklara tahammül gerekir. Sanatçı aydın insandır. "Aydın" sıfatının gereği budur. Sanatçı yalnızlaşma ve yabancılaşmasını en fazla hissedenlerden biri olan Yahya Kemal, "Ezansız Semtler"in müellifi Yahya Kemal, yaşama tarzı itibariyle o kadar farklılaştığı halkına nasıl sevgi ve hasretle kucak açmıştı: Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizdenim, Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim. Sanatçılar topluma benzemek zorunda değillerdir. Ama işte... bütün yabancılaşmaya, farklılaşmaya rağmen bunu diyebilmektir mesele. Canını sıkan bütün olaylara rağmen doğduğun, büyüdüğün toprağa bu sevgiyi gösterebilmektir.