Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!/Beşbin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,/Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi? diyor Âkif. Doğru.... Yüz sene önce, 20'nci asrın başlarında yükselen seslere benzer sesler duyuyoruz yine. Kuzey Irak'taki Kürtler Türkiye'ye karşı ABD'den koruma istiyorlar! "Topraklarımızda Türk askeri görmek istemiyoruz" diye bağırıyorlar. "ABD askeri hürriyet bahşedicidir, Türk askeri yağmacıdır" diyorlar. "Türk ordusu bizim için tehdit oluşturur" diyorlar. Birinci Dünya Savaşı arefesinde Arap dünyasının her yerinden sesler yükselmişti: "Osmanlı sömürgecidir, İngilizler bize istiklâlimizi kazandıracak!" İngilizler onlara istiklâllerini kazandırdı! O istiklâl o gün bu gün devam etmektedir! Çölün kumunu ve hurmasını mı sömürüyorduk? Taa Yemen çöllerine gidip düvel-i muazzama önünde can verenler John ile George muydu, yoksa "biri Mehmet, biri Memiş" miydi? Bu sesleri yükseltenlerin halk olduğuna inanmıyorum, ama belli ki yine kendisine "koltuk" vaadedilenler var. Mevcutlar az geldi, Orta Doğu coğrafyasına bir "başkent" daha, bir "emir" daha ilâve olunmak isteniyor. Hafıza insanın hayat karşısında kullandığı paha biçilmez bir depodur. Çocuk elini sobaya uzatır, eli yanarsa bir daha o sobaya değmez, elinin yanacağını hafızasına kaydetmiştir. Bu yüzden "bir musibet bin nasihatten iyidir" deriz ya. Eğer zekâ geriliği söz konusu değilse insanlara tecrübelerinden iyi öğretmen yoktur. Milletlerin de tarihi vardır. Milletlerin hafızası tarihtir. Eğer gaflet ve dalâlet ve hıyanet içinde değillerse milletler tarihten ders çıkarır. Şu anda öyle bir durum var ki hem hafıza, hem tarih iş başında. Birinci Dünya Savaşı'nın tecrübelerini tarihten okumayanlar kendi hafızalarına müracaat edebilirler. Kıssalara iltifat etmeyenler on sene önce kendi başlarına gelenleri düşünmelidir. 1991 Körfez Savaşı'ndan bir sahne, aslında pekçok acı sahne vardı da, bir tanesi gözlerimin önünden gitmiyor. O vakit Amerikan televizyonları o sahneyi vermeye doyamadılardı. Gözlerimiz yaşararak, içimiz yanarak seyrederdik. Ateşkesten sonra Irak askerleri teslim oluyor. Sakalları uzamış, pejmürde, ürkek, ağlamaklı... Elinde tüfeği, teçhizatıyla dimdik beklemekte olan Amerikan askerlerinin ayaklarına kapanıyor, ellerini, ayaklarını öpüyorlar, paçalarına yüz sürüyorlar. "Hürriyet bahşedici" ABD askerleri mağrur bir edayla "Tamam, herşey yolunda..." gibi sözler söyleyip esirlerini yatıştırmaya çalışıyor. Yine postal öpmek için mi ABD'den teminat istiyorlar şimdi? Savaşa hayır pankartlarıyla, tişörtleriyle ucuz gösteriler yapmak derde deva değildir. Savaşa hayır ama neye evet? Kürt veya Arap, Irak halkı neden ABD askerinin postalını öpüyor? Kürt aşiretlerinin reisleri neden dili, dini, rengi, şekli kendilerine benzemez Amerikalıları kurtarıcı olarak bağırlarına basıyor? Biz neden kendimizi köşeye sıkıştırılmış hissediyoruz? Türk ve İslâm dünyası bu acze, bu zillete nasıl, neden düştü ve nasıl çıkacak, elbirliğiyle onu düşünelim.