"Her şey birdenbire oldu"

A -
A +

Onlar evlerinde oturuyorlardı. Evlerinde uyuyorlardı. Ocağa bir kap yemek koymuştu birisi. Nohutlu bulgur pilavı... Nine plastik leğenin içinde torununu yıkıyordu. Genç anne yeni doğan bebeğini dizine yatırmış sallıyordu... İş yerlerinde çalışıyorlardı. Biri dükkânını açmış, ilk müşterisini beklerken ot süpürge ile kapının önünü süpürüyordu. Beriki çayı demliyordu... Bir evde düğün hazırlığı vardı. Kadınlar kına karıyordu... Hastahânede polikliniğin önündeki kuyruklar uzayıp gidiyordu. Hamile bir kadını doğum odasına aldılar. Evlerin arasındaki tozlu arsada çocuklar misket oynuyordu... Biri camide secdeye vardı... Tarlada dizlerine kadar suyun içindeki delikanlı geniş kenarlı hasır şapkasını çıkarıp kafasını kaşıdı... O günkü av bereketli olduğu için memnun balıkçı, kayığını bağlayıp tahta rıhtıma atladı. Birden gökyüzünden ölüm yağmaya başladı. Yüklü uçaklar, uzun menzilli füzeler... Bombalar birbiri peşi sıra başlarından aşağı yağmaya başladı. Tahrib güçleri yüksekti. Misket bombası deniliyordu kimine ki, amanı zamanı yoktu. Bulgur pilavı tenceresi, plastik leğen, nine, torun, süpürge, çaydanlık, kayık, balık, bebek birbirine karıştı. Bir gün değil, beş gün değil! Bir ay değil, beş ay değil! Yıllarca... Bunun adı ne? Demokrasi harekâtı! Terörle savaş! Onlar trende oturmuş uyku mahmurluğunu üzerlerinden atmaya çalışıyordu. Biri koltuğunun altındaki gazeteki açıp okumaya koyuldu. Öteki dizüstü bilgisayarını açmış, o günkü işini gözden geçiriyordu. Bir delikanlı hamile bir kadına yer verdi. Trenin kapıları kapanmak üzereyken telâşla bir genç kız girdi, elinde dumanı tütmekte olan kahve bardağı vardı... Bilet gişelerinin önünde kuyruklar vardı. Takım elbiseli bir adam "keşke bir önceki trene yetişseydim, geç kalacağım" diye endişe ediyordu... Bir karı-koca şehre iki gün önce gelmişlerdi, otobüsün üst katına oturmak istediler, etrafı daha iyi seyredeceklerdi, adam boynuna bir fotoğraf makinesi asmıştı. Bir başkası arabasıyla gidiyordu, kırmızı ışıkta durmuş, yeşilin yanmasını bekliyordu... Arabanın radyosunda spiker Orhan Veli'nin şiirini okuyordu: "Her şey birdenbire oldu/Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan..." Mâbedin loş salonunda bir kadın mum yaktı. Birden korkunç bir gürültü duyuldu. Tahrib gücü yüksek bombalar patladı. Uzaktan kumandalı... Bilgisayar, kahve, gazete, fotoğraf makinesi, delikanlı, genç kız, kadın, adam, mum birbirine karıştı. Bunun adı ne? Terör! Ben bu işi bir türlü anlayamıyorum. Ben bir karasineği bile öldüremem. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi dinden, hangi ırktan, hangi milletten olursa olsun "insanın öldürülmesi" benim içimi kanatır. Evinde, yatağında, arabasında, tarlasında, okulunda, sokakta, trende, otobüste, işinde gücünde masum insanları hedef alan terörü lânetliyorum ama... anlayamadığım bir şey var: Bazıları, bir taraftaki sonuca "savaş zâyiatı" diyor, öteki taraftaki sonuca "barbarlık kurbanları" diyor. Yani bir tarafta "Savaş hali... Olacak o kadar!" Öteki tarafta "Vahşet!" Yani kimilerinin canı can da... Kimilerininki... Bilirsiniz işte... Dünya insanları, bu kategorizasyonu yapan politikacılar yüzünden bedel ödüyor, çile çekiyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.