Turizmin en canlı olduğu yaz ayları geride kalıyor. Son yıllarda ülkemizde turistik tesislerde "her şey dahil" diye bir sistem var. Otellerde, tatil köylerinde, kapısından girdikten sonra çıkana kadar yediğiniz içtiğiniz her şey, katıldığınız her eğlence bedava. Yani verdiğiniz paraya dahil. Tatile çıkan bir insanın, bir ailenin en büyük meşgalesi de midevî faaliyetler olarak görüldüğünden 24 saat açık büfe hizmeti ile, ha babam de babam yemeklere ağırlık veriliyor. İsrafın haddi hesabı yok. Kalan zamanda da güneş deniz, animasyon, konser... Müşteri parasını peşinen ödeyip girdiği otelden dışarı adımını atmadan uçağına, otobüsüne biniyor. Ben bu sistemi bir vatandaş olarak doğrusu beğenmiyorum. Tatil kelimesinden anlaşılan 24 saat boyunca yiyip içmek ve denize girip güneşlenmek olmuş. Kaldığınız otelin bulunduğu kasabayı tanımaya bile imkân bulamıyorsunuz. Verdiğiniz paranın karşılığını almak için bütün zamanınızı otel dahilinde geçirmek durumundasınız. Benim şimdi dile getireceğim asıl nokta, çevre esnafı açısından meselenin görünüşü. Esnaf şikâyetçi: Siftahımız yok! Turistler geliyor gidiyor, bizim siftahımız yok!" Doğru ama ara sıra iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmak gerek. İşlerin bu raddeye gelmesinde esnafın hiç mi suçu yok? Her şey dahil sistemi neden ihdas edildi? Müşteri çekmek için. Özellikle yabancı turist çekmek için. Şirketler aylar önceden bağlantıları kurup rezervasyonları yapıp turist gruplarını getiriyor. Turist gittiği ülkede, şehirde ne arar? Öncelikle güven. İnsan gittiği yerde soyulmaktan, kandırılmaktan, aldatılmaktan, başına bir belâ gelmesinden korkar. Dürüstlük ister. Bazı standartları bulmak ister. Tatile gideceğiniz memlekette soyulma, kandırılma, adım başı aldatılma, yabancı olduğunuz için farklı muamele görme ihtimaliniz büyükse ne yaparsınız? Ya oraya gitmekten vazgeçer, bu ihtimallerin olmadığı bir ülkeyi seçersiniz; yahut o ülkede tehlikeleri en aza indirecek bir yolu takip edersiniz ki bu noktada "her şey dahil" sistemi biçilmiş kaftandır. Sizi uçaktan alırlar, otele götürürler, otelde yer içer, eğlenirsiniz, sonra da geri uçağa bırakırlar. Böylece yabancı bir yere giden insan için emniyet şartı yerine gelmiş olur. Esnaf bir fincan kahveye, çaya, bir porsiyon kebaba, bir balığa, inciğe boncuğa fâhiş fiyat koyuyorsa, turistleri "nasıl olsa yabancıdır, yolunacak kazdır" diye görüyorsa, ne koparırsak kârdır diyorsa, bir de kapkaç gibi, sarkıntılık gibi fiiller duyuluyorsa, onlar da sokaklardan çekilip tesis duvarlarının içine girerler. Birkaç iş yeri sahibi kopardığıyla kalır. Kazandığını sanırken kaybetmiştir. Elbette dürüst iş yapan, hilesiz çalışan esnafımız çoktur. Turiste yan gözle bakmayan, her konuda yardımcı olan insanımız çoktur. Ama kurunun yanında yaş da yanar. Bir beldenin, bir ülkenin adı usulsüzlükler, hırsızlıklar, güvensizlikler ile anılıyorsa turistler oradan mümkün mertebe uzak durmak isteyecektir. Bu gidişat devam ederse, her şey dahil sistemi devam eder; hatta sahillerimizde yabancı yatırımcılar turistik tesis sahibi olur ve yakın bir gelecekte devlet içinde devlet gibi tatil köyleri oluşur. Meselâ, Ruslara ait. Rezervasyonlar kıştan yapılacak. Bütün müşteriler Rusya'dan, ne bileyim Baltık ülkelerinden... Yahut İngilizlerin tatil köyü. Müşteriler İngiltere'den, Avrupa'dan. Türk müşteri yer ayırtmak isterse de: "Maalesef doluyuz." Uçaklar oralara müşteri taşıyacak. O tesislerin mefruşatı, mobilyası, elemanları, hatta gıda maddeleri bile Rusya'dan, İngiltere'den taşınacak. Sadece toprak bizim, deniz, güneş bizim, çer çöpü de haliyle bizim; sefası, kazancı başkasının... Öyleyse aklımızı başımıza devşirmemiz şarttır...