İkinci Dünya Savaşı yıllarında akşamları herkes merakla radyolarının başına koşup ajans haberlerini dinlermiş. Hatta radyosu olmayanlar radyolu evlere misafirliğe gidermiş. Bir Anadolu kasabasında yüzbaşı emirerini eve yollayıp haberleri dinlemesini emretmiş. Emri dikkatle yerine getiren askere döndüğünde yüzbaşı sormuş: "Söyle bakalım, ne haber var, neler anlattı?" Asker hazırolda durup cevap vermiş: "İstanbul'u anlattı komutanım!" Öyle ya, İstanbul bir yana, dünya bir yana. Haberlerin arasında bir iki defa İstanbul adı geçti mi, gayri gerisini dinlemeye ne hâcet! Bizim de başlığımız İstanbul! Artık gerisini siz bilirsiniz! İstanbul'un eski belediye başkanlarından Bedreddin Dalan'ın naklettiği, İranlı bir arkadaşının dedesine ait bir söz var. Sanırım Türk Edebiyatı Dergisi'nde okumuştum yıllar önce. Yaşlı İranlı şöyle demiş: "Her kim ki İstanbul'u görür.... Ya İstanbul'a yerleşir ölür, ya İstanbul'a giden yollarda ölür, yahut da İstanbul'un hasretini çekerek ölür." Ne diyelim, inşaallah bizlere birincisi nasib olur. Bizim tarihimizde İstanbul'a doğru bir koşu vardır. İstanbul şehri "İstanbul" adıyla olmasa da çok eskiden beri Türklüğün kızılelmasıdır. Yani ulaşılması gereken hedef, ülkü... İstanbul fethinin hazırlığı taa Orta Asya'da başlamıştır, yarı final Malazgirt'tir. Ahmet Hamdi Tanpınar der ki: "Tarihimizin en mânâlı taraflarından biri başından itibaren İstanbul'un etrafında, avını arayan bir şahin gibi gittikçe daralan halkalarla dönmesidir." O şahin sonunda hedefine kavuştu. Ben "İstanbul koşusu" diyorum buna. Tarihin kaydettiği en uzun maraton. Milâdın ilk asırlarında Orta Asya bozkırlarında başlayan, Batı'ya doğru devam eden bir koşu... 1453 Mayısında ip göğüslendi! 1453'te İstanbul fethedildikten sonra da bu koşu devam etti. Hâlâ devam ediyor. Bu sefer İstanbul'un taşı toprağı altın denerek koşuluyor. Koşanların yüzde kaçı o altını buluyor, bilinmez! Meselâ, ben bu yazıyı yazdığım sırada İstanbul'a doğru koşuyorum! Mayıs ayının son haftasını İstanbul Haftası kabul etmişimdir. Bugünlerde illâki İstanbul üzerine yazmak, konuşmak gerek. Bu defa yazmakla, konuşmakla yetinmedim, kalktım geliyorum!